1)
BİR SİYASAL SİSTEM VE
TOPLUM DOKUSU OLARAK FEODALİZM NEDİR?
Feodal
Sistem; lord ile vassallar arasındaki ilişkiden ortaya çıkan bir
sistemdir.Avrupa’da hızla yayışmış ve güçlü merkezi devletlerin ortaya
çıkmasına sebep olmuştur. Feodal sistemde kısmi bir özgürlük anlayışı vardır ve
bu da zamanla Avrupa’da Rönesans’ın doğmasında da etkili olacaktır.
March
Blosch’un da dediği gibi (1995,
s.364), feodalite, devletin derin bir şekilde güçsüzleştiği ve özellikle de
bireyleri koruma konusunda tamamen yetersiz kaldığı bir dönemde ortaya
çıkmıştır. Feodal toplum, kandaş bir
toplum ve devlet gücünün egemen olduğu bir toplumdan hem farklı hem de onlardan
sonra onlardan sonra ortaya çıkan bir tarz olduğundan dolayı onların
damgalarını da taşımaktadır. Feodal toplumu belirleyen en kişisel bağımlılık,
ilişkiler,ilkel arkadaşlık örgütlerinin yapay akrabalığından bazı şeyleri
korumakta ve birçok küçük ve büyük yerel şef tarafından kullanılan komuta
yetkileri de kral iktidarından koparılmış birçok özellik taşımaktadır.Böylece
Avrupa feodalitesi daha önceki toplum tarzlarının sert bir şekilde
çözülmelerinin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.
Feodal düzen, kendisini
var eden toplumsal koşulları yaratan
Batı Roma İmparatorluğu’nda köleci düzenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Bu nedenle evrensel değil de, Batı toplumlarına özgü olarak kabul edilmektedir.
Feodalizm toprak malikliği üzerine dayalı bir yönetim biçimi, bir toplum
yapısı, bir ekonomik rejim olarak tanımlanmıştır.Ayrıca feodal toplumu n genel
özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür :
·
Üretim tarzı
·
Hiyerarşik bir toplumsal tabakalar düzeni
·
Bir kültür ya da dünya görüşü olarak değerler kümesidir.(Ağaoğulları ve Köker, 2001, s.181)
Feodal sistem iki temele dayanmaktaydı :
Toprak ve kişisel ilişkiler. Feodal sistem içinde kişisel ilişkiler, teorik olarak soyluların
temsil ettiği toplumun üst kademelerinin korunması ilkesine dayanmaktaydı. Daha
alt kademedeki bile senyör ya da vassal yüksek kademedeki bir senyöre saygı ve
sadakat yemini eder, yüksek kademeli senyör bunun karşılığında vassalını korumayı
vat ederek, ona geniş bir toprak ya da fief verirdi. .(Goff, 2005, s.45 – 46 )
Feodalizm lord ile vassallar arasında karşılıklı
hak ve görevler ilişkisine dayanmaktadır. Her ikisinin de önceden belirlenmiş
hak ve görevleri vardır. Lord, vassalı koruyacak adaleti toprağını işleme ve
ürününü toplamasını sağlayacak, vassallar arasında çıkacak toprak
anlaşmazlıklarını çözecekti.
Feodal
toplum örgütlenmesinin istikrar kazandığı XI. Yüzyıldan itibaren bir yandan
köylülerin piyasaya mal aktarabilecek bir düzeyde üretim yapma imkanı bulmaları
diğer yandan manor* düzeni kontrollerinde tutan senyörlerin piyasalarda satılan
mallara talep eğilimlerinin artması manor örgütlenmesini ve bu örgütlenmeye
dayanan toplumsal ilişkileri değiştirmemiştir.Bu değişim, ticaretin ve kent
yaşamının yeniden canlanmasıyla sonuçlanan ve beraberinde siyasal düşünce
alanında da bir dizi değişikliği getiren bir süreçtir Modern topluma geçişin ya
da ortaçağın sona erişinin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. (Ağaoğulları ve Köker, 2001, s.181)
Aslında feodal ilişki denilen bu özgün toplumsal ilişkinin doğasını vassallık
oluşturmaktadır.Merkezi iktidarın çöktüğü, güvenliğin kalmadığı bir Avrupa’da
toprak sahiplerinin varlıklarını korumak için köylülerin de güvenlik içinde
yaşamak için adamlara ihtiyacı vardı. Bu durum, toprak sahipleri açısından
askeri bakımdan güçlenmek anlamına geliyordu. Bu ihtiyacın ürünü olan vassallık
bir adamın kutsal bir törenle bir adama bağlılık vaadinde bulunması ile
gerçekleşiyordu. (Perry, 1985, s.193)
Feodalitenin özellikleri siyasal ve kültürel alanda da ortaya
çıkmaktadır. Ancak feodal toplumun tümel ve başat özelliği iktisadın,
siyasetin, hukukun ve kültürün olabilecek en yüksek ölçekte atomize olması ve
yerelselleşmesidir.Feodalite’nin en belirgin özelliği Fransızca’da ifade edilen
“manoir”* ekonomisi sistemidir.Feodaliteyi M.Ö. II. Yüzyıldan başlayan sürece
oturtmak mümkün olduğu gibi kurumların bedene bürünmesi açısından III. –
IX.yüzyıllar arasına yerleştirmek mümkündür. Bu ikinci dönem, Roma
İmparatorluğu’nun batısının çöküşüne denk geldiğinden sürekli savaşlarla
geçmiştir. Özellikle IV. Yüzyıldan itibaren Barbarların Roma topraklarına
silahla ve barışla yerleşmeleri, sayılarının azlığı nedeniyle nüfus üzerinde olumlu
bir etki yapmamıştır.İkinci Barbar istilalarının yarattığı ortamda da Avrupa nüfusu
büyük oranda azalmıştır.Emek kıtlaşmıştır.İşlenebilir toprak miktarını
arttırmıştır.Bu durum feodal rantın, emek
– rant biçiminde şekillenmesine yol açmış ve bu da feodalitenin kendine
özgü rengini oluşturmuştur.Feodal dönemde üzerinde serf olmayan toprağın
herhangi bir değeri yoktur.Örfi hukukta kaçan serfin yakalanıp senyöre iadesi
konusunda kesin hükümler olması bu konuya ne kadar önem verildiğinin
göstergesidir.Senyörlerin hakları sayılırken en başa “poursuite” yani kaçan
serfin izlenip nerede olursa olsun geri getirilmesi denilen örfi kurumun
kurulması ve bunun adeta kutsallaştırılması
feodalitenin kuruyucu unsurunun rantın bağımlı hale getirilen emek
gücünden sağlanması olduğunu göstermektedir. Bu durumda feodal ekonomi, feodal
sisteme yansımakta, baronlar arasında egemenlik mücadelesi özü itibariyle
toprak üzerinde değil,serf üzerinde cereyan etmektedir.Bu durumda her senyör
daha fazla serfe sahip olmaya çalışırken, bu durum toprak mücadelesi olarak
görülmektedir.Zaman ve mekan olarak farklılaşmış üretim, sonuç olarak serflere
bırakılan işlenebilir toprak miktarıyla senyöre tahsis edilmiş işlenebilir
toprak modelini eşitlemektedir. Sistemdeki mantık şöyledir: Senyörün gerekli
olan ürünü üretebilmesi için belli bir toprağa
ve belli bir süreye ihtiyacı vardır.Bu durum zaman ve mekan farklılığına
gerekli ürün ile artık ürünün eşitlenmesine yol açmaktadır.
2)
FEODAL TOPLUMDA
HRİSTİYAN KÜLTÜRÜNÜN KİLİSENİN GÜÇLENME SÜRECİ İLE BİRLİKTE GEÇİRDİĞİ DÖNÜŞÜMÜ
ANLATINIZ.
Feodal toplumun en başından beri temel
bileşeni olan kilisenin de önemini
gözden kaçıramayız. Çok sayıda ve genellikle geniş alan kapsayan toprak
sahipliklerinin pek çoğu kilise senyörüydü. Piskoposlar, manastır rahiplerinin
ve bütün manastırın senyörüydüler.Ayrıca kilise, dinsel ideolojik gerekçelerle
bütün feodal sistemi destekliyordu.Tanrı gerçekten hepsinin senyörüydü.İnsanı
ilk başta ilk günah esarete atmıştır. Serfler de kesinlikle insanın bu
köleliğinin bedenleşmiş haliydi. Kilise, dünyevi senyörlerin müttefiki ayrıca
bütün feodal sitem kemerinin kilit taşı olarak kabul ediliyordu. Ortaçağ Batı
Hristiyan dünyasının tasarladığı ve idealize ettiği toplumsal harita
nihayetinde üç büyük toplumsal işlevi kabul eden eski Hint Avrupa modellerinden
kaynaklanıyordu. Bu işlevlerden ilki dua edenler yani kutsal işlevi temsil eden
rahipler, ikincisi savaşanlar yani fiziksel güçle ilişkili işleri ifade eden
savaşçılar ve son olarak çalışanlar yani üretici somut örnekleri olan köylüler
ve sonradan katılan zanaatkarlardır.
Karolenjler döneminde ve Alman kuralları
ve Hristiyan görüşlerle şekillenen yaşam koşulları ve aynı zamanda Roma’nın
yasal ve yasa dışı olan kültürel geleneklerle şekillenen ortamı içerisinde
feodal kurumlar ortaya çıkmıştır. Bunlar sadece despotik kurallara, kanun ve
başta Roma ve Alman imparatoru olmak pek çok Hristiyan otoritesi, kral ve
halefleri arasındaki bağlantı olarak gurur, sosyal statü, zenginlik ve
temelinde de toprakla ilgili olmaktadır.