19 Nisan 2018 Perşembe

Feodalizm


1)      BİR SİYASAL SİSTEM VE TOPLUM DOKUSU OLARAK FEODALİZM NEDİR?

     Feodal Sistem; lord ile vassallar arasındaki ilişkiden ortaya çıkan bir sistemdir.Avrupa’da hızla yayışmış ve güçlü merkezi devletlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Feodal sistemde kısmi bir özgürlük anlayışı vardır ve bu da zamanla Avrupa’da Rönesans’ın doğmasında da etkili olacaktır.
     March Blosch’un da dediği gibi (1995, s.364), feodalite, devletin derin bir şekilde güçsüzleştiği ve özellikle de bireyleri koruma konusunda tamamen yetersiz kaldığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Feodal  toplum, kandaş bir toplum ve devlet gücünün egemen olduğu bir toplumdan hem farklı hem de onlardan sonra onlardan sonra ortaya çıkan bir tarz olduğundan dolayı onların damgalarını da taşımaktadır. Feodal toplumu belirleyen en kişisel bağımlılık, ilişkiler,ilkel arkadaşlık örgütlerinin yapay akrabalığından bazı şeyleri korumakta ve birçok küçük ve büyük yerel şef tarafından kullanılan komuta yetkileri de kral iktidarından koparılmış birçok özellik taşımaktadır.Böylece Avrupa feodalitesi daha önceki toplum tarzlarının sert bir şekilde çözülmelerinin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.
     Feodal düzen, kendisini var eden toplumsal koşulları yaratan Batı Roma İmparatorluğu’nda köleci düzenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle evrensel değil de, Batı toplumlarına özgü olarak kabul edilmektedir. Feodalizm toprak malikliği üzerine dayalı bir yönetim biçimi, bir toplum yapısı, bir ekonomik rejim olarak tanımlanmıştır.Ayrıca feodal toplumu n genel özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür :
·         Üretim tarzı
·         Hiyerarşik bir toplumsal tabakalar düzeni
·         Bir kültür ya da dünya görüşü olarak değerler kümesidir.(Ağaoğulları ve Köker, 2001, s.181)
       Feodal sistem iki temele dayanmaktaydı : Toprak ve kişisel ilişkiler. Feodal sistem içinde   kişisel ilişkiler, teorik olarak soyluların temsil ettiği toplumun üst kademelerinin korunması ilkesine dayanmaktaydı. Daha alt kademedeki bile senyör ya da vassal yüksek kademedeki bir senyöre saygı ve sadakat yemini eder, yüksek kademeli senyör bunun karşılığında vassalını korumayı vat ederek, ona geniş bir toprak ya da fief verirdi. .(Goff, 2005, s.45 – 46 )
     Feodalizm lord ile vassallar arasında karşılıklı hak ve görevler ilişkisine dayanmaktadır. Her ikisinin de önceden belirlenmiş hak ve görevleri vardır. Lord, vassalı koruyacak adaleti toprağını işleme ve ürününü toplamasını sağlayacak, vassallar arasında çıkacak toprak anlaşmazlıklarını çözecekti.
     Feodal toplum örgütlenmesinin istikrar kazandığı XI. Yüzyıldan itibaren bir yandan köylülerin piyasaya mal aktarabilecek bir düzeyde üretim yapma imkanı bulmaları diğer yandan manor* düzeni kontrollerinde tutan senyörlerin piyasalarda satılan mallara talep eğilimlerinin artması manor örgütlenmesini ve bu örgütlenmeye dayanan toplumsal ilişkileri değiştirmemiştir.Bu değişim, ticaretin ve kent yaşamının yeniden canlanmasıyla sonuçlanan ve beraberinde siyasal düşünce alanında da bir dizi değişikliği getiren bir süreçtir Modern topluma geçişin ya da ortaçağın sona erişinin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. (Ağaoğulları ve Köker, 2001, s.181)
     Aslında feodal ilişki denilen bu özgün toplumsal ilişkinin doğasını vassallık oluşturmaktadır.Merkezi iktidarın çöktüğü, güvenliğin kalmadığı bir Avrupa’da toprak sahiplerinin varlıklarını korumak için köylülerin de güvenlik içinde yaşamak için adamlara ihtiyacı vardı. Bu durum, toprak sahipleri açısından askeri bakımdan güçlenmek anlamına geliyordu. Bu ihtiyacın ürünü olan vassallık bir adamın kutsal bir törenle bir adama bağlılık vaadinde bulunması ile gerçekleşiyordu. (Perry, 1985, s.193)
     Feodalitenin özellikleri siyasal ve kültürel alanda da ortaya çıkmaktadır. Ancak feodal toplumun tümel ve başat özelliği iktisadın, siyasetin, hukukun ve kültürün olabilecek en yüksek ölçekte atomize olması ve yerelselleşmesidir.Feodalite’nin en belirgin özelliği Fransızca’da ifade edilen “manoir”* ekonomisi sistemidir.Feodaliteyi M.Ö. II. Yüzyıldan başlayan sürece oturtmak mümkün olduğu gibi kurumların bedene bürünmesi açısından III. – IX.yüzyıllar arasına yerleştirmek mümkündür. Bu ikinci dönem, Roma İmparatorluğu’nun batısının çöküşüne denk geldiğinden sürekli savaşlarla geçmiştir. Özellikle IV. Yüzyıldan itibaren Barbarların Roma topraklarına silahla ve barışla yerleşmeleri, sayılarının azlığı nedeniyle nüfus üzerinde olumlu bir etki yapmamıştır.İkinci Barbar istilalarının yarattığı ortamda da Avrupa nüfusu büyük oranda azalmıştır.Emek kıtlaşmıştır.İşlenebilir toprak miktarını arttırmıştır.Bu durum feodal rantın, emek – rant biçiminde şekillenmesine yol açmış ve bu da feodalitenin kendine özgü rengini oluşturmuştur.Feodal dönemde üzerinde serf olmayan toprağın herhangi bir değeri yoktur.Örfi hukukta kaçan serfin yakalanıp senyöre iadesi konusunda kesin hükümler olması bu konuya ne kadar önem verildiğinin göstergesidir.Senyörlerin hakları sayılırken en başa “poursuite” yani kaçan serfin izlenip nerede olursa olsun geri getirilmesi denilen örfi kurumun kurulması ve bunun adeta kutsallaştırılması  feodalitenin kuruyucu unsurunun rantın bağımlı hale getirilen emek gücünden sağlanması olduğunu göstermektedir. Bu durumda feodal ekonomi, feodal sisteme yansımakta, baronlar arasında egemenlik mücadelesi özü itibariyle toprak üzerinde değil,serf üzerinde cereyan etmektedir.Bu durumda her senyör daha fazla serfe sahip olmaya çalışırken, bu durum toprak mücadelesi olarak görülmektedir.Zaman ve mekan olarak farklılaşmış üretim, sonuç olarak serflere bırakılan işlenebilir toprak miktarıyla senyöre tahsis edilmiş işlenebilir toprak modelini eşitlemektedir. Sistemdeki mantık şöyledir: Senyörün gerekli olan ürünü üretebilmesi için belli bir toprağa  ve belli bir süreye ihtiyacı vardır.Bu durum zaman ve mekan farklılığına gerekli ürün ile artık ürünün eşitlenmesine yol açmaktadır.

2)      FEODAL TOPLUMDA HRİSTİYAN KÜLTÜRÜNÜN KİLİSENİN GÜÇLENME SÜRECİ İLE BİRLİKTE GEÇİRDİĞİ DÖNÜŞÜMÜ ANLATINIZ.

     Feodal toplumun en başından beri temel bileşeni olan kilisenin de önemini gözden kaçıramayız. Çok sayıda ve genellikle geniş alan kapsayan toprak sahipliklerinin pek çoğu kilise senyörüydü. Piskoposlar, manastır rahiplerinin ve bütün manastırın senyörüydüler.Ayrıca kilise, dinsel ideolojik gerekçelerle bütün feodal sistemi destekliyordu.Tanrı gerçekten hepsinin senyörüydü.İnsanı ilk başta ilk günah esarete atmıştır. Serfler de kesinlikle insanın bu köleliğinin bedenleşmiş haliydi. Kilise, dünyevi senyörlerin müttefiki ayrıca bütün feodal sitem kemerinin kilit taşı olarak kabul ediliyordu. Ortaçağ Batı Hristiyan dünyasının tasarladığı ve idealize ettiği toplumsal harita nihayetinde üç büyük toplumsal işlevi kabul eden eski Hint Avrupa modellerinden kaynaklanıyordu. Bu işlevlerden ilki dua edenler yani kutsal işlevi temsil eden rahipler, ikincisi savaşanlar yani fiziksel güçle ilişkili işleri ifade eden savaşçılar ve son olarak çalışanlar yani üretici somut örnekleri olan köylüler ve sonradan katılan zanaatkarlardır.
     Karolenjler döneminde ve Alman kuralları ve Hristiyan görüşlerle şekillenen yaşam koşulları ve aynı zamanda Roma’nın yasal ve yasa dışı olan kültürel geleneklerle şekillenen ortamı içerisinde feodal kurumlar ortaya çıkmıştır. Bunlar sadece despotik kurallara, kanun ve başta Roma ve Alman imparatoru olmak pek çok Hristiyan otoritesi, kral ve halefleri arasındaki bağlantı olarak gurur, sosyal statü, zenginlik ve temelinde de toprakla ilgili olmaktadır.