3 Kasım 2017 Cuma

Oscar Wilde - Gül İle Bülbül Klasik İnceleme



Oscar Wilde
Gül İle Bülbül

gül ile bülbül | dilsûznâme 1455-56
     Bu nadide parça Osmanlı resim sanatının ilk örneklerindendir. Bugün Oxford'da bulunan yazma, fars edebiyatında sıkça işlenen gül ile bülbül'ün arasındaki umutsuz tutkunun simgesel anlatımı onların acılarını dünyevileştiren genç çiftle anlatılmıştır.
🔸Ayrıca Bülbül'ün Gül'e olan düşkünlüğü esasında karnını gülün üzerinde bulunan bitlerle doyurduğundan geliyormuş hafif kalp kırıyor evet haklısınız.



22.02.2017


Oscar Wilde (1854-1900) tarafından yazılmış “Gül İle Bülbül” hikayesinin romantik döneme göre klasik bir incelemesi yapılmıştır.


İÇİNDEKİLER


1)      oscar wilde / bülbül ile gül……………………………………………………..
a) bülbül ve gülün mitolojideki yeri………………………………………….
2)      bülbül ile gül hikayesi’nde zaman………………………………………….....
3)      bülbül ile gül hikayesi’nde mekan……………………………………………..
4)      bülbül ile gül hikayesi’nde kişiler …………………………………………….
5)      gül ile bülbül hikayesi’nde çatışma……………………………………………
6)      bülbül ile gül hikayesi’nde aksiyon…………………………………...………
7)      bülbül ile gül hikayesi’nde dramatik olay………………………………......
8)      bülbül ile gül hikayesi’nde konu……………………………………………….
9)      bülbül ile gül hikayesi’nin özeti………………………………………………..
10)  bülbül ile gül hikayesi’nde tema……………………………………………….
11)  bülbül ile gül hikayesi’nin romantik dönem içinde incelenmesi………..
12)  kaynakça………………………………………………………………………………




1.      Oscar Wilde / Bülbül İle Gül
     Bülbül ile Gül Oscar Wilde’ın 1888’de yayımlanan Happy Prince and Other Tales (Mutlu Prens ve Diğer Hikâyeler) kitabında yer almaktadır. Wilde bu hikâyelerinde babasının yarım bıraktığı, annesinin bitirdiği halk öyküleri seçkisinden yararlanmıştır.[2]
(a)   Bülbül Ve Gülün Mitolojideki Yeri
      Gülün mitolojideki yeri şöyledir : “Suriye kralı Theias ya da Kıbrıs kralı Kinyas’ın Myrrha ya da Smyrna adında bir kızı varmış, tanrıça Aphrodite’in lanetine uğrayan bu kız babasına tutulmuş, onunla sevişmek istemiş. Dadısının kurduğu bir düzenle babasının yatağına girmiş ve on iki gece onunla sevişmiş, son gecesi de gebe kalmış. O gece babası, yanında yatan kadının kendi kızı olduğunu anlamış ve bu korkunç günahı temizlemek için kılıcıyla kızının üstüne yürüyüp onu öldürmek istemiş. Ama tanrılar Myrrha’ya acımışlar ve onu babasının elinden kurtarmak için bir mersin ağacına çevirmişler. On ay kadar sonra ağacın kabuğu çatlamış, gövdesinden dünya güzeli bir bebek çıkmış. Çocuğun güzelliğine vurulan Aphrodite onu büyütsün diye yer altı tanrıçası Persephone’ye vermiş. Ama Persephone de çocuğa tutulmuş, onu Aphrodite’ye bir daha geri vermeye yanaşmamış.Tanrıçalar arasında kopan kavgaya yargıçlık eden Zeus, Adonis’in yılın dört ayını Persephone’nin dört ayını da Aphrodite’nin yanında geçireceğine, geri kalan zamanda da istediği yerde yaşayabileceğine karar vermiş. Adonis sekiz ay Aphrodite’nin yanında kalmayı seçince, tanrıçanın güzel delikanlıya olan aşkını kıskanan öbür tanrılar (Ares ve Artemis) Adonis’in üstüne bir yaban domuzu salmışlar, kasığından yaralanan Adonis de kanaya kanaya can vermiş.Toprağı sulayan kanından Manisa lalesi denilen bahar çiçekleri bitmiş, öte yandan sevgilisinin yardımına koşan Aphrodite’nin ayağına diken batmış, sıyrığından akan bir damla kan tanrıçanın çiçeği olan beyaz gülü kırmızıya boyamış.Kışın yeraltında saklanan, baharla birlikte yeryüzüne dönen ve aşk cümbüşü içinde fışkırıp gelişenbitkisel varlığı simgeleyen Adonis’e Suriye’de özellikle kadınlar tapınırlardı: Yılda bir bahar bayramları yaparlar, saksılara,sepetlere tohum dikerler, onları sıcak suyla sularlardı, böylece hızla büyüyen bu bitkiler kısa zamanda solup ölürlerdi. Adonis bahçeleri denilen bu çiçeklerin karşısında kadınlar yas tutar ve “O ton Odinin” (Vah Adonis!) diye çığlıklarla dövünürlerdi.Adonis efsanesi Sümer ve Hitit kaynaklarından gelmektedir. Adonis İbranice “efendi” anlamına gelen Tammuz (Türkçe Temmuz) adının Yunancalaştırılmış karşılığıdır.” [3]
     Bülbül ise Aedon kılığına bürünmüş şekildedir. Aslında Aedon bülbül kılığına sokulmuş desek daha doğru olur. Mitolojik hikayesi şu şekildedir : “ (1) İlkçağ yazarlarını çok etkileyen bu efsaneye ilkin Homeros’ta rastlanır. Odysseia’da anlatıldığına göre, Aedon Pandareos’unkızı ve Thebaili Zethos’un karısıdır.Zethos’un yalnız bir çocukları olur ; İtylos. Aedon eltisini kıskanır ve bir gece en büyük oğlunu uykusunda öldürmeye kalkışır, ne var ki yanılır, karanlıkta Niobe’nin oğlunu değil de kendi çocuğunu öldürür. Tanrılar Aedon’a acıtıp onu bir bülbüle dönüştürürler.
(2) Miletos efsanesi şöyledir: Aedon Milet’li Pandareso’un kızı ve Polytekhnos adlı sanatçının karısıdır.Kocasıyla birlikte Kolophon’da mutlu günler yaşarlar, İtys adında bir oğulları olur.Ama mutlulukları başlarına vurur, gurura kapılırlar; Zeus ile Hera’dan daha mutlu bir çift olmakla övündükleri için, Hera ceza olarak kavga tanrıçası Eris’i sokar aralarına.Karı koca birbirleriyle yarışmaya girirşirler, Polytekhnos araba yapmakta, Aedon kumaş dokumakta. Kim daha çabuk bitirecekse, öbürüne bir hizmetçi bulup getirecektir. Yarışmayı Aedon kazanır, kocası da gider Efes’ten kız kardeşi Khelidon’u (Yun. Kırlangıç) alır, yolda onu kirletir, saçlarını kesip köle kılığına sokar ve kız kardeşine kim olduğunu bildirirse, onu öldüreceğini söyleyerekAedon’a verir. Aedon kız kardeşinin bir gün çeşme başında dert yandığını duyunca, onu tanır. İki kız kardeş öç almaya karar verirler, İtys’i öldürüp pişirirler ve babasına yedirirler.Polytekhnos işin farkına varınca çılgına döner, iki kız kardeşi öldürmek ister. Zeus araya girer ve birini bülbül, öbürünü kırlangıç haline sokar.
(3) Atina Efsanesi : Tragedya yazarlarının ve özellikle Sophokles’in yitik “Tereus” tragedyasında anlatıldığı gibi, Prokne ile Philomela Atina kralı Pandion’un kızlarıdır. Prokne Trakya kralı Tereus’la evlenir ve İtys adında b ir oğulları olur. Ama Tereus Philomela ile de sevişir ve olup biteni kız kardeşine anlatmasın diye dilini koparır. İki kız kardeş İtys’i kesip babasına yedirmekle öç alırlar. Tanrılar Prokne’yi bülbül, Philomela’yı kırlangıç (başka bir anlatıma göre adı güzel sesli anlamına gelen Philomela bülbül olur), Tereus’u da hüthüt kuşuna dönüştürürler. Aristophanes “Kuşlar” komedyasında bu dramı Hüthüt’ün ağzından şöyle anlatır :
“Uyan, garip bülbülüm uyan,
Çöz tanrısal dilini,
Dök yüreğindeki acıları,
Anlat o kutsal ağıtlarınla
Oğlumuz İtys’in başına gelenleri.
Kızıl boynundan su gibi aksın
Oğlumuzun adını inleyen sesin,
Sık fundalıklardan göklere yükselsin,
Apollon, altın saçlı tanrı
Duyup bu acı yankıları,
Alsın fildişi çalgısını,
Karşılık versin sana,
Tanrı koroları kursun yukarıda
Ve ölümsüz dudaklarından çıkan ezgiler
Karışsın sesine mutlu yüceliklerde.” [3]
2.      Bülbül İle Gül Hikayesi’nde Zaman
        Genç öğrenci bir sabah profesörün güzel kızını görür ve onun güzelliğine tutulur ve ona onunla dans etmek istediğini söyler. Kız da buna karşılık ondan bir kırmızı gül ister. Ne yazık ki gül mevsimi değildir ve genç aradığı gülü bulamaz. Bülbül onu görür ve ona yardım edeceğini söyler. Bülbül de arar gülü bulamaz. Sonunda bir ağaç çıkar karşısına ve bu gül için ölmesi gerektiğini söyler bülbüle. Bülbül bu teklifi kabul eder ve sabaha bülbül dikenler içinde can vermiş ama bir de kırmızı gül açmış olur. Dolayısıyla hikaye sabahtan diğer sabaha olmak üzere bir gün içinde geçer.
3.      Bülbül İle Gül Hikayesi’nde Mekan
           Hikaye genç adamın bahçesinde ve  profesörün evinin kapısının önünde geçer.
4.      Bülbül İle Gül Hikayesi’nde Kişiler
·         Bülbül
·         Genç Adam
·         Genç Kız
·         Profesör (Pasif)
·         Kertenkele
·         Kelebek
·         Papatya
·         Beyaz Gül Ağacı
·         Sarı Gül Ağacı
·         Kırmızı Gül Ağacı
·         Meşe Ağacı
·         Saray Nazırı’nın Yeğeni (Pasif)
5.      Gül İle Bülbül Hikayesi’nde Çatışma
      İnsanın insan ile olan çatışmasına örnek olarak, genç kızın genç adam ile ve genç adamın bülbül ile çatışması verilebilir. İnsanın Kendisiyle Çatışmasına ise özellikle hikayenin başında ve sonunda genç adamın solülog benzeri konuşmaları dahil edilebilir. Son olarak aşkın gereksizliği ve manasızlığı nedeniyle genç adamın düşüncelerini okuduğumuz bu hikayede insanın toplumla çatışmasını da görmekteyiz. Zaten Oscar Wilde aşkın anlamsızlığı üzerine eserler veren bir yazardır. Şöyle diyor yazar :
“-Sanat üstüne ne düşünüyorsunuz?
-Sanat, hastalık...
-Aşk?
-Bir yanılsama
-Din?
-İnanç yerine geçen moda karşılık.
-Siz bir kuşkucusunuz.
-Asla! Kuşkuculuk inancın başlangıcıdır.
-Nesiniz siz?
           -Tanımlamak, sınırlamaktır...”[4]
6.      Bülbül İle Gül Hikayesi’nde Aksiyon
     Hikayede aksiyon genç adamın kırmızı gülü bulup genç kadına kavuşabilecek mi sorusunun cevabını aramakla sağlanmaktadır. Buna yönelik genç adamın iç aksiyonu aşka dair yönelttiği solüloglarıdır. Dış aksiyonu ise gülü arama çabasıdır.
7.      Bülbül İle Gül Hikayesi’nde Dramatik Olay
     Eğer bu öyküyü oyunlaştırmak isteseydik dramatik olay şöyle olurdu : Hikaye genç kadının genç adamdan karşılığında dans etmek için bir gül istemesi ile başlar. Dolayısıyla buna da hikayenin dramatik olayı da diyebiliriz.
8.      Bülbül İle Gül Hikayesi’nde Konu
     Sevginin Analışılmazlığı
9.      Bülbül İle Gül Hikayesi’nin Özeti
     Fakir bir öğrenci sevdiği kızı dansa götürmek ister ve cesaretini toplayıp ona teklifte bulunur. Kız, eğer kendisine kırmızı bir gül getirebilirse sabaha kadar dans edebileceklerini söyler. Fakat mevsim henüz gül mevsimi değildir. Buna rağmen delikanlı büyük bir sevinçle kırlara koşar. Arayıp tarar, ama gül bulamaz. Bu umutsuzlukla ağlamaya başlar. Bu arada onu işiten kertenkele, kelebek, papatya, menekşe hep ona acıyarak bakarlar. Bir tek Bülbül, onun şahsında gerçek bir âşığı görür. Kendisinin, bir ömür boyunca aşkın acıklı şarkılarını söylemekle beraber böylesine ağlayamadığını düşünür ve delikanlıya yardım etmeyi aklına koyar. Çünkü aşk, dünyanın bütün hazinelerinden ve bütün ömürlerinden daha değerlidir. Bülbül hemen çimenliğe koşar, bütün gül fidanlarını tek tek dolaşır. Hepsinden, delikanlı için ertesi sabah kırmızı bir gül verip veremeyeceklerini sorar. Yalnızca bir tek fidan, ertesi sabah kendisine kırmızı bir gül açabileceğini, ancak bunun için bir şartı olduğunu söyler. Dalları şiddetli kışın etkisiyle buz tutarak kırıldığı için bülbül kanını ona verebilirse iyileşip gül açabilecektir. Bülbül bu şartı, aşk uğruna can vermek olarak görüp kabul eder. Tesadüf eseri o gece mehtap çıkmıştır ve Bülbül, kalbini gülün dikenine dayayıp şarkılar söylemeye başlar. O gece, bütün öteki şarkılarından daha güzel şarkılar söylediğini fark eder ve bu coşku ile kendinden geçerek sabaha kadar yepyeni besteler yapar. Sabaha karşı gül fidanında eşsiz güzellikte kırmızı bir gül açmıştır ama Bülbül, fidanın ayakları ucunda, çimenler arasında, kalbinde dikenle cansız yatmaktadır. Delikanlı sabahleyin sonsuz bir sevinç içinde kırmızı gülü dalından dikkatle koparıp doğru sevgilisine koşar, ancak kız oralı bile olmaz. Çünkü sınıftaki bir başka delikanlı ona dans teklifi etmiş ve karşılığında mücevherler göndermiştir. Delikanlı kırmızı gülü öfkeyle yere fırlatır, ağlayıp aşkın saçma bir şey olduğunu; felsefeye dönüp metafizik okumanınsa daha yararlı bir iş olduğunu düşünürken yere attığı gülün üzerinden bir otomobilin tekerlekleri geçer.
10.  Bülbül İle Gül Hikayesi’nde Tema
     Sevgi.
11.  Bülbül İle Gül Hikayesi’nin Romantik Dönem İçinde İncelenmesi
    Bülbül ile Gül alegorik/temsilî birer eserdir. “Alegori, bir olay, nasihat, dilek veya düşünceyi, başka varlıklar vasıtasıyla ve onlara ait özelliklere boyayarak anlatmaktır. Bundan maksat, konuyu daha canlı ve vurgulu bir şekilde anlatma ve okuyucuya zihnî bir zevk vermektir.[5] Oscar Wilde’ın çalışmaya konu olan eserlerinin temel alegorları gül ve bülbüldür. Hikâyede “gül” aşkı, “bülbül” hakiki âşığı temsil etmektedir.
  “ İdealist estetik Kant’tan başlayarak güzelliğin uyumda olduğunu, bu uyumun bir birlik içinde , çokluğun uyumu olarak kabul etmiştir. Öte yandan varlığın temelinde diyalektik karşıtların bulunduğunu da kabul ettiğinden sanatta karşıtların birliğini ve uyumunu görmüştür. Uyum, karşıtların dengelenmesinden ya da karşıtların sentezinden oluşur. Sanat yaratısında özne ile nesne, kişi ile dünya, insan ile doğa, bilinç ile bilinçdışı, madde ile ruh uyumlu bir bütünlüğe erişmiş olur.” [6]

      Bülbül İle Gül Hikayesi’nde genç adam sevginin maddesel bir formla kanıtlanabileceğini maddî değeri olmayan şeylerin ve özellikle aşkın hiçbir şekilde yerinin olmadığını anlatır bize. Tam tersini de bülbül. Tıpkı Faust’un tanrısal öze yani bilgiye ulaşmak için verdiği çabaları genç adam da güle ulaşmak için verir. Fakat bir gül sadece bir güldür. Dünyadaki bütün sevgileri onun içine hapsetmek ne mümkün?! Genç adam gülü sevmediği için, bülbülü sevmediği için (ki bunu hikayenin sonunda kırmızı gülün üzerinden bir araba tekerinin geçmesiyle çok net bir biçimde görürüz) asla gerçek aşka kavuşamaz.Hepimizin bildiği gibi aslında güzel olan gül değil, gülün gül olması için verilen emek dolayısıyla sevgidir. Bunu da hikayede bülbül gösteriyor bize.  Oscar Wilde gerçek âşık için sabır, fedakârlık ve sorgulamadan inanma vasıflarını uygun görmüştür “Bülbül”ün sonu ölüm de olsa “gül”e duyduğu aşk onu ebedîleştirmiştir. Sevgi ve nefret, kibir ile alçakgönüllülük kavramlarından yani karşıtlıklarından bir uyum oluştuğu görülmektedir.
   “Romantizm, sanatın tanrısal bir yönlendirme ile mükemmel olana doğru evrimleştiğini kabul etmiştir. Yaratının gerçekleşmesinde toplumsal olayların, fiziksel yasaların etkisi dikkate alınmaz. Yaratıcı sanatçı, özel bir kişi, bir dahidir. “ [6] İdealist tarihselcilik akımıyla da evrenin ya da insanların özünü yalnızca dahi olan sanatçıların görebileceği ve gösterebileceğini savunmuşlardır.
     Bülbül ile Gül Hikayesi’nde kimsenin göremediği fakat aslında hayatın bile böyle doğru aktığını, mutlu olmanın özünün sevmek ve sevilmek olduğunu ve bu zor duyguları hissetmek ve göstermek için insanın hep çabalaması gerektiğini anlatmaktadır. Bir yandan da, (ki bu yazarın da görüşüdür) aşkın ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın yine da anlamsız bir dizi yorgunluklara sebep olduğu ve ona kavuşulamayacağından gereksizliği de söylenir son bölümde. Sonuç olarak doğanın ve üzerinde yaşayan insanın özünün sevgi ve nefret, mutluluk ile hüzün, kibir ile alçakgönüllülük üzerine kurulduğunu görebilen ve anlatabilen sadece yazarımız Oscar Wilde olmuştur.
     Hikayede alegorik anlatımdan dolayı özgür bir düş gücünün var olduğunu görebilmekteyiz. Konusu bakımıyla da insanın vicdanına ışık tutan ve onu uygarlaştıran bir biçime sahiptir. Özellikle başlangıçta gördüğümüz üzere hikaye, coşkulu bir anlatıma sahiptir. Okuyucunun duygusal olarak etkilenmesine önem verilmiş, doğanın canlı ve gizemli bir dili olduğu gösterilmiştir. İşte tüm bu özellikler de Bülbül İle Gül’ün romantik bir eser olduğunu kanıtlar niteliktedir.





12.  KAYNAKÇA
1)      Oscar Wilde, Mutlu Prens, Çeviren: Özgü Çelik, Say Yayınları, İstanbul 2004. Eserin incelenmesinde de aynı çeviri esas alınmıştır.  
2)      Şakir Eczacıbaşı, Oscar Wilde Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler, Remzi Kitabevi, İstanbul 2002, s. 46.  
3)      Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitapevi. 2007.
4)      62 Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi’nden. Şakir Eczacıbaşı, a.g.e., s. 170.  
6)      Sevda Şener, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi,Dost Kitapevi,2014










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder