2 Kasım 2017 Perşembe

JEAN-JACQUES ROUSSEAU / EMİLE



YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM FAKÜLTESİ
FEN BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ LİSANS PROGRAMI

JEAN-JACQUES ROUSSEAU / EMİLE


SINIF YÖNETİMİ DERSİ
Yrd. Doç. Dr. ÇETİN ERDOĞAN


Ekim 15


İÇİNDEKİLER


GİRİŞ…………………………………………………………………………………………1
JEAN-JACQUES ROUSSEA HAYATI VE ESERLERİ……………………………………1
BİRİNCİ BÖLÜM
EMİLE YA DA ÇOCUK EĞİTİMİ ÜZERİNE……………………………………………...6
İKİNCİ BÖLÜM
ÇOCUK MORAL EĞİTİMİ…………………………………………………………………8
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ON İKİ – ON BEŞ YAŞLARINDA BİR ÇOCUK ………………………………………….9
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
YETİŞKİNLİK – DİNSEL EĞİTİM…………………………………………………………10
BEŞİNCİ BÖLÜM
SOPHİE VEYA KADIN…………...…………………………………………………………11
SONUÇ……………………………………………………………………………………….12
KAYNAKÇA…………………………………………………………………………………13




GİRİŞ
     Jean-Jacques Rousseau’nun annesiz bir hayat yaşamasının bu eseri vermesinde önemli bir etken olduğunu düşünüyorum. Zaten eserlerinde annesini kaybedişini “İlk Büyük Talihsizliği” olarak adlandırmaktadır. Emile eserinin çıkış noktası doğadır. İncelediğimiz bu eserde günümüz şartlarında da devam eden eğitim sistemini sorgulamaktadır. Bu eseri ve eserde savunduğu düşünceleri nedeni ile de mahkum edilmiştir. Yazar bu eserinde hayali bir karakter olan Emile üzerinden kendisine göre doğru eğitim anlayışını anlatmaktadır. İyi bir insan yetiştirebilmek için nasıl davranılması ve neler yapılması gerektiğini, yeri geldiğinde örneklerle açıklamaktadır. Şüphesiz ki yazar Emile karakterini toplumdan biri yani gerçek bir kişi yerine tüzel bir kişi seçmeyi, toplumdan tamamen dışlanmamak ya da o dönemde fikirlerini dinletebilmek, doğru eğitim anlayışını engellenmeden, yasaklanmadan anlatmak için seçmiştir ama ne yazık ki bu onun mahkum edilmesini engellememiştir. [ 1 ]
JEAN-JACQUES ROUSSEAU HAYATI VE ESERLERİ
     Jean-Jacques Rousseau 1712-1778 yılları arasında yaşamış, İsviçre’nin Cenevre kentinde dünyaya gelmiştir. Görüş ve düşünceleri ile Fransız Devrimini etkileyen bir yazar ve filozoftur. Rousseau’nun ileri görüşlü bir yazar olduğunu çok rahat söyleyebiliriz. Annesi hayatta olmadığı için eğitiminin büyük bir kısmı ile babası ilgilenmiştir. Emile eserinde de bir çocuğun annesiz büyümesinin sakıncaları ve doğurduğu sonuçları açıkça ifade eder. Fransız yazar Jean-Jacques Rousseau fikirleri nedeniyle sürekli dışlanan biri olmuştur. Kötü bir çocukluk geçiren yazar teyzesi ile evlenmiş daha sonra da Cenevre’den İtalya’ya kaçmıştır. Burada maddi açıdan rahatlayıp sanat ve edebiyatla ilgilenmiş ve daha sonra da Paris’e gitmiştir. Burada bir hizmetliye aşık olmuş ve eşiyle beş çocuk dünyaya getirmiştir. Fakat bu çocuklarını da  Foundling Hospital ‘e yani yetimler evine vermiştir. Güçlü bir siyasi yanı olan Rousseau egemenliğin halka ait olduğunu, bir yasa konulacaksa bütün halkın bu yasalar önünde eşit olması gerektiği ilkelerini savunduğundan dolayı demokratik bir yazardır diyebiliriz. En önemli eserleri kronolojik sıraya göre;
ü  Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev (1750)
ü  Tiyatro Oyunları Üstüne d’Alambert’e Mektup (1758)
ü  İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli Ve Kökenleri (1758)
ü  Julie ya da Yeni Helonise (1761)
ü  Toplum Sözleşmesi (1762)
ü  İtiraflar (1765) [ 1 ]
BİRİNCİ BÖLÜM
EMİLE YA DA ÇOCUK EĞİTİMİ ÜZERİNE

     Jean-Jacques Rousseau her çocuğun bir eğitmeni olması gerektiği ve eğitmen ile öğrenci arasına kimsenin girmemesi gerektiğini savunmuştur. Eğer bir çocuk eğitmensiz -ki bu eğitmen anne de olabilir – yetişirse kötü sonuçlar doğurabilir demektedir. Öyle ki “Bugün olduğu gibi eğer insan kaderiyle baş başa bırakılırsa, her zamankinden daha bozulmuş hale gelebilir. “ [2 /  s. 20] Yazar öğrencisini yalnız yetiştirmek istediğinden de sürekli bahsediyor.  Eserde yazar eğitimcinin üç temel görevi olduğunu söylüyor. Bunlar;
·         Çocuğu Korumak
·         Çocuğu Gözlemlemek
·         Çocuğu İzlemek
      Bireyin eğitiminde üç temel öğenin olduğunu savunur. Bunlar doğa, eğitim ve deneyimdir. Burada insan eğitimine hakim olduğumuzu, çevrenin eğitimi yani deneyimde de kısmen bizimle ilgili olduğunu fakat doğanın tamamen bizimle ilgisi olmadığını söyler.İnsan eğer eğitilmek isterse başarılı olabilir. İnsanın doğa ile uyumlu olması gerektiğini, doğanın insanı yetiştireceğini ve eğer insan kendisi için değil de başkaları için eğitilecek olursa uyumun olmayacağından bahsetmektedir. Burada çok önemli bir noktaya değinmektedir. “ Buna göre, insan mı yoksa yurttaş mı yetiştireceğimize karar vermeliyiz. Zira aynı anda ikisini birden yapmamız olanaksızdır. “[2 /  s. 23]  Doğal insan kendi kendine zaten yeten insandır. Bireyin ilgisi ve yeteneği neredeyse orada hayatına devam edecektir. Burada yazar belirli bir amaca hizmet eden bireyler yetiştirilmemesi gerektiğini vurguluyor. Şüphesiz ki insan düşünebilen bir varlıktır ve amacımız da robot yetiştirmek değil mutlu birey yetiştirmektir.
     Sanırım kitabı eleştirecek olsam bu Jean-Jacques Rousseau’nun Platon hakkındaki düşünceleri olurdu. Yazar Platon hakkında şöyle diyor. ‘Platon, insanın gönlünü arındırırdı.’ Platon yaşadığı dönemde sanatı, özellikle de tiyatroyu tehlikeli buluyor. “ Sanat taklittir, idealar dünyasını aydınlatmaz. “ / “ Sanat dizginlenmesi gereken heyecanları uyandırır. “ [3]  Diyor. Eğitimde yaşayarak öğrenmeyi yani dramatik eğitimi bu kadar desteklerken, Platon hakkındaki bu düşüncesi oldukça ilgi çekici.
     Yazar siyasi bakış açısını az da olsa bu kitabında göstermiştir. Sık sık bir yurttaştan çok bir insan daha doğrusu iyi bir insan yetiştirmenin gerekliliğinden bahsetmiştir. “ Kendimiz ve başkaları için iyi birer insan olamadan göçüp gidiyoruz. “[2 /  s. 25]  Görüldüğü gibi yazar evrendeki nihai amacımızın iyi bir insan yetiştirmek olduğuna dikkat çekiyor.
     Yine yazar eğitimin yararlı olmasını iki koşula bağlıyor. Bunlar ;
·         Talih
·         Anne babanın yeteneği
     İyi bir talihi, iyi bir eğitimci ile karşılaşma olasılığı ile bağdaşlaştırabiliriz. Anne ve babanın yeteneği ise şu yönde çocuğu etkilemektedir. İnsanlığı araştıran, yaşamın iyiliklerini / kötülüklerini ve bunlara nasıl katlanmasını bilen bir aile az çok yeteneklidir diyebiliriz.
     Eserin ana fikri yirminci sayfalarda ortaya çıkıyor. Yazar bundan sonra bol bol ailelere seslenmektedir. Ailelerin, çocuklarının yaşamasına engel olduklarından, onların ölmemesi için önlemler alınmamasından ki zaten elbet bir gün öleceklerinden, onların ölmesini engellemekten çok yaşatılması yani yeteneklerinin farkına varılması ve geleceğinin buna göre yönlendirilmesinden bahsediyor. Şu bölümlerden bunu çok rahat anlayabiliriz. “ Yaşamak demek, nefes almak değildir. Daha fazla yaşayan insan, çok yıllar yaşayan insan değil, yaşamı en iyi duyumsayan insandır. “[2 /  s. 27]  Aslında bedensel acıların değil, ruhsal acıların ümitsizliği yarattığını ve ümitsizliğin de tedavi edilemediğinden bahsediyor. Doğanın çocukları sürekli eğittiğini ve çocukların acıyı öğrenmesini gerektiğini, eğer yaşamdan yaralanırsa yaşamla mücadele edebileceğini söylüyor.
     Aslında özgürlüğü kısıtlayan çalışmaların bebeklik döneminden itibaren bahsedildiğini anlatıyor yazar bize. Bebeklerin ilk doğduğu anda kendilerine zarar vermemeleri için gerekçesiyle kundaklanması geleneğine karşı çıkıyor. Çocuğun organlarına baskı yapılmasının bilimsel açıdan değerlendiriyor. Kundaklanmanın bebeğin kan ve su akışını güçleştirdiğini ve çocuğun gelişimini engellediğini hatta daha da kötüsü kundaklanan bebeklerin, kundaklanmayanlara oranla daha kambur, topal, kemik hastalıkları olan, boğuk, kısa bacaklı insanların ortaya çıkmasına neden olduğunu söylüyor. Hatta bebeklerin bu kısıtlamalara olan tepkisini o zamanlarda sahip olduğu tek vücut dili olan ağlama ile karşılık verdiğini de. Jean-Jacques Rousseau sağlıklı olmayan bir çocukla ilgilenmeyi vakit kaybı olarak görüyor. Bunu da şu cümlelerinden anlayabiliriz. “ Seksen yaşına kadar yaşasa da, hastalıklı bir çocuğun bakımını üstlenmem. Kendini korumakla zaman geçiren,kendine ve başkalarına yararı olmayan,bedeni ruhsal eğitimine ket vuran bir öğrenciyi asla istemiyorum.Toplumun kaybını arttırmaktan, bir insan yerine iki insan ayırmaktan, onun için boşa zaman harcamaktan başka ne yapmış olabilirim? “[2 /  s. 28]  Oysaki her çocuğun toplumda özel bir yeri olmalı, her öğrenci için yetiştirilen özel öğretmenler olmalı. Eğer çocuklar hasta olursa doktora gitmeyi de çok zor durumda kalmadıkça onaylamıyor. Doktorların bireylere ölüm korkusunu aşıladığını, yaşamı uzatmaktan çok yıprattığını söylüyor.
     Eserde sağlıklı bir anne-baba-çocuk ilişkisi olmasından sıkça bahsediliyor. Bunu yazarın şu cümlelerinden anlayabiliriz. “Ev, yalnızlık abidesi haline geldiyse, başka yere çekip gitme zamanı geldi, demektir.’ [2 /  s. 30]   Hala çağımızda da geçerliliğini koruyan bir cümle. Birçok öğrenci ailesinden kurtulmak için üniversiteye gidiyor ya da uzak bir yerlerde okumayı tercih ediyor. Para ile anne ve baba alınamayacağını, sevginin öz anne ve babadan alınması gerektiğini vurguluyor. Anne ve babanın birden fazla çocuğu var ise her çocuğa aynı sevgiyi göstermesi gerektiğini, çocukları arasında ayrımcılık yapmaması gerektiğini söylüyor.
     “Kadınlar anne olabilseydi, erkekler çoktan koca olurdu.“ [2 /  s. 30] Bu ve bunun gibi birçok cümleye sahip yazar. İyi bir birey yetiştirebilmenin şartını, iyi bir anneye sahip olunmasıyla ilgili olduğunu açıklıyor. Fakat bu kadınları toplumdan soyutlamak daha doğrusu kadınların çalışmasını engelleyen düşünceler olduğunu mu söylüyor acaba yazar bize ..? Bunu kitabın son bölümlerinde daha net görebiliriz.
     Çocukları eğiten bireylerin hem bilge hem de genç olmasının gerekliliğini görüyoruz. Hatta hem dahi olması hem de çocuk ile aynı yaşta olması gerekiyor da diyebiliriz şartlar el verdikçe. Öğrencinin güvenini daha iyi kazanmak, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını belirlemek onunla arkadaşlık etmekle mümkündür.
     Günümüzde de sık sık gündeme gelen bir konudan da bahsetmiş yazar bu eserde. Öğretmenin öğrenci seçebilme özgürlüğünden.  Öğretmen öğrenci arasında o kadar iyi bir bağ olmalı ki birbirlerinden bıksalar bile birbirlerini sevecekleri, birbirlerinin kıymetini bilecekleri bir bağdan bahsediyor.



İKİNCİ BÖLÜM
ÇOCUK MORAL EĞİTİMİ

     Jean-Jacques Rousseau Emile için en önemli şeylerden birinin de acı çekmek olduğunu söylüyor. Tek bir farkla bunu söylüyor, bu da “Çocuğun acıya dayanabilir nitelikte olması”. [2 /  s. 53] Yazarın neden bunu söylediğini düşündüğüm zaman aklıma Şükrü Erbaş’ın sözleri geliyor. “ Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu ? “ [4 ] Zaten özgürlüğün iyi tarafı da bu değil midir ? Birçok yarayla mutlu olmak. Çocukların acı çekmelerini azaltan tek bir olay olduğunu söylüyor yazar. Bu da güçlü olmaktır. Yani kendi kendine yetmek de diyebiliriz.
     Yazar sık sık asıl amacımızın iyi bir insan yetiştirmek olduğunu söylüyor. İyi bir insan yetiştiren insan olmanın ilk davranışının da sevecen olması gerektiğini söylüyor. Fakat çok ince bir ayrıma da parmak basmadan geçmiyor. Çocuğunuzun her istediğini yapmayın diyor yazar, gelecekte her istediklerine ulaşamayacaklarını anlatmak için. Ve çocuğun istediği için değil sadece ihtiyacı olduğu için bir şeylere sahip olması gerekir diyor. Ve bunu bir bakla örneğiyle açıklıyor. Emile bir bahçeye bakla ekiyor ve her gün suluyor. Belirli bir süre sonra da emeğinin karşılığını alıyor.
     Ve yine önemli bir konu olan masalların çocuklarını yanlış eğittiğini söylüyor. Bunu şu sözleri ile anlayabiliriz. “ Öğretilen masalların içerdiği benzetmeler, çocukları eğlendiriyor ama yanıltıyor da. Art niyetli kullanılmaya elverişlidir. Anlatımları yalan üzerine kurulmuştur. Benzetmeler arkasında gizlenen gerçekler kaybolmaktadır. Böyle olunca da çocuklar bundan yararlanmaz.” [2 /  s. 77]  Masalların sadece yetişkinleri eğitebileceğini ve yetişkinler tarafından anlaşılabileceğinden bahsediyor. Bir çocuğun bir gerçeği hiçbir türlü örtülmeden öğretilmesi gerektiğini savunuyor. Yazarın bu görüşüne katılıyorum. En basitinden bir çok çocuk tiyatrosunda oyuncular, çocukları kelime oyunları ile, abartı bir çocukluk sergileyerek, gerçeklikten uzaklaşarak sahneye aktarıyor oyunlarını. Eğer çocuklara bir şey öğretilecekse neden sonuç ilişkisine dayandırılarak en açık şekilde anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Ve yine çocuklar her zaman kötü karakterlere iyi karakterlerden çok daha fazla ilgi duyarlar. Bu yüzden kötü karakterlere çok da kötü özellikler yüklememeli ya da kötü karakterinde oyunun sonunda aslında iyi bir karakter olduğunun anlaşılmasının faydalı olacağını düşünüyorum.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ON İKİ- ON BEŞ YAŞLARINDA BİR ÇOCUK

     Emile için önemli olan öğretim yönteminin örnekleme olduğundan bahsediyor yazar bu bölümde sık sık. Anlaşılamayan bilgilere doğadan örnekler vererek Emile’in algısını açıyor. Ve çocukların hata yapmalarına izin vermemiz gerektiğinden bahsediyor yazar. Çünkü doğrular yanlış yapılarak öğrenilir, deneyim ile. Amacımız bilimi öğretmekten önce bilimi sevdirmek, bilimle ilgili merak uyandırmak olmalıdır, öğrencinin dersten zevk almasını sağlamaktır. Eğer bir çocuk büyüdüğünde mutsuzsa bunda sadece çocuğun değil eğitimcinin de suçu olduğunu söylüyor yazar. Çocuklara istedikleri işleri yapmalarına ve seçmelerine izin vermemiz gerektiğinden bahsediyor. Yoksa servet sahibi mutsuz insanlar ne kadar hayata tutunabilir ki ? Keşke ülkemizde de her öğrenci hayalini kurduğu mesleği yapabilse.
     Örneğin Türkiye’nin opera kültüründen bahsetmek istiyorum. Bu zamana kadar Semiha Berksoy’dan Selva Erdener’e ünlü opera sanatçılarının hep yabancı eserleri seslendirip oynadığını gördük. Günümüzde Selman Ada tarafından Türk Opera eserleri sahneye konmakta ve bu mesleği yapmak isteyen herkesin anlayabileceği bir dilde bunları sergilemektedir. Keşke 1930’lardan bu yana ( Bkz. Özsoy Operası / İlk Türk Opera ) [ 5 ] bu kültürümüzü daha çok geliştirebilsek ve daha çok eserler verebilseydik. Çünkü sanatçı çok küçük yaşlarda yetişir ve ülkemizin birikimli ve deneyimli sanatçılara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Umarım bundan sonrası için gelecek nesillere böyle sanatçılar ve hocalar yetiştirir, algıları açık bir toplum oluruz. Bir çocuğun on sekiz yaşında operayla tanıştığını ve damarlarında akan kanın oraya ait olduğunu ve aynı zamanda bunun için çok geç olduğunu görmesinin yarattığı hayal kırıklığını bir düşünsenize ?..
     Ve yine yazarın desteklediğim bölümlerinden birine geldi sıra. Şöyle diyor sevgili Rousseau " Ona gerçeği öğretmekten çok, hatalarını bularak her zaman kendi başına gerçekleri bulabilmesi için ne şekilde davranacağını öğretmek söz konusudur. Onu daha iyi yetiştirmek için hataya düşmekten kurtarmamalıdır. Gerçekleri bulalım derken, yanılgıya düşmektense, bulmamak bizi endişeye düşürmez. İyi olmayan bir yargının sonuçlarına katlanmaktansa, hiçbir gerçeği bulamamış olmak işimize gelir. Bilmiyorum tümcesi ikimizin çoğu zaman yinelediğimiz ve bize hiçe mal olan çok uygun bir tümcedir.” [2 /  s. 129]. Eğer bir konu hakkında öğrencinin hiçbir fikri yoksa “Bilmiyorum” diyebilme cesaretini göstermesinden bahsediyor yazar. Ve yine bunu sudaki baston örneği ile çok güzel açıklıyor. Bastonun neden kırık gözüktüğünü sorduğunda diğer öğrencilerden farklı olarak Emile’in düşünmesini ve bilmiyorum diyebilmesini istemektedir. Emile bu cümleden ne kadar kaçarsa kaçsın Rousseau bakalım inceleyelim diyerek farklı farklı yöntemlerle Emile’ ye aslında bunun böyle olmadığını ve bizim bastonu neden böyle gördüğümüze dair kafasında soru işaretleri bırakıyor. Rousseau öğrencisinin asla yarım yamalak bilgiye sahip olmamasını ve bilmediği bir bilgiye biliyorum dememesini istemektedir. Çünkü tam dersi durumlarda öğrenim yanlış ve güç olacaktır. Yazar burada bize amacını şu cümlelerle açıklamış : “ Benim konum ona bilim öğretmek değildir. Ancak gerektiğinde bunları öğrenmeyi öğretmek, değerlerini doğru olarak takdir ettirmek, her şeyin üzerinde ona gerçeği sevdirmektir.” [2 /  s. 131] 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
YETİŞKİNLİK – DİNSEL EĞİTİM

     Yazar bu bölümde Emile’in yani çocuğun yaratılıştan iyi olduğu fakat diğer insanlarla etkileşime girdiği düzeyde kötülüğü öğrendiğini söylemektedir. Çocuklara verilen tarih eğitiminde ise onlara hep bir savaşçı, kral vb. Büyük insanlardan hangisi olmak isteyeceği düşüncesini aşılamakta olduğunu söylüyor. Ve Emile asla bu özellikleri barındırmayacağını şu cümlelerle yineliyor. ” …Ancak benim Emile’ime gelince, o kendinden başkasını seçecek bir karşılaştırma yaparsa, örneğin Socrates’i veya Caton’u kendisine yeğlerse, her şey boşa gitmiştir. Kendine yabancı olmaya başlayan biri, kendini tamamen unutmakta da gecikmez. ” [2 /  s. 147]   Bu tarih öykülerinde de eğer bir sonuç varsa bu sonuçlar açık bir şekilde gösterilmemeli öğrenilmesi gereken bu sonuçlar okur tarafından çıkarılmalıdır diyor. Eğitmenin dehasının, öğrencisine derslerini sevdirmekteki güç ve becerisinde görülür demektedir. Yine Rousseau bilmiyorum demeyi dini inanç öğretimini açıklarken de kullanmış bunu da şu cümlelerden görüyoruz. ” Tanrısal gerçeği anlayabilecek yetenekleri olmayanlara anlatmaya çalışmaktan kaçınalım, çünkü gerçek yerine yanılgıyı yerleştirmiş oluruz. Tanrı konusunda bayağı, düşsel, kötü ve layık olmayan düşüncelere saplanıp kalmaktansa, hiçbir görüşe sahip olmamak daha iyidir. Çünkü Tanrıya hakaret etmektense onu tanımamak daha hafif bir suçtur. ” [2 /  s. 151]  Sık sık çocukların yalan söyleme alışkanlığını , onlara yalan söyleyen daha doğrusu yalan söylediklerini anladıkları insanlar tarafından geçtiğini söylemektedir. Ve kitapta vicdanın önemini de şu sözleri ile vurgulamıştır. ”…Bizi bunaltan bu üzücü duyguyu yok saymak boşunadır ve deneyimlerimizle biliyoruz ki vicdan azabı, insan kalbinde silinmez izler bırakır. Doğanın sözünü dinleyelim, onun tatlı duyumlarına kendimizi bırakalım ve içten gelen sesi dinleyelim.” [2 /  s. 157] 

BEŞİNCİ BÖLÜM
SOPHİE VEYA KADIN

     Beşinci bölümün ilk cümlesinden itibaren bir kez daha Rousseau’nun kadınlarla ilgili düşüncelerini az çok görüyoruz :“Kadın yalnızca erkeğe göre var olur. Kadın onun hoşuna gitmek ve sözüne uymak için yaratılmıştır. Her iki cinse verilmiş görevler aynı değildir. Kadın, erkekten daha çok sadık olmalı ve öyle kabul edilmelidir. Cinslerin eşitliğini savunmak boşuna bir iştir.“ [2 /  s. 186]   Aklıma takılan en büyük soru işareti yazarın köleliğe ya da sistemin(devletin) istediklerini yapmaya bu kadar karşı bir duruş sergilerken kadını erkeğe ya da yetiştireceği çocuğa köle yapma düşüncesini nasıl savunabildiğidir. :“Erkeklerin züppeliği daha çok kadının eseri olduğu halde, kadının çılgınlıkları erkeklerden çok kendisine aittir.“ [2 /  s. 188]  Acaba dünyada sadece kadınlar olsaydı yazar bu kitabı nasıl yazmış olacaktı ? Bu bölümde de yazarın şu şekilde seslendiğini işitiyor kulaklarım :“  Sen kadın olarak dünyaya geldiğin için günahkarsın, şimdi bu günahından kurtulmak için iyi bir çocuk yetiştir ve cenneti kazan ! :
     Yazarın eleştirdiğim bir diğer yönü ise Emile’in Sophie aşkının olduğu yerden başlıyor. Şöyle diyor yazar :“Erkek hayatının birkaç alanında erkektir. Kadın ise gençliğinden sonraki bütün dönemlerde kadındır. Kadın olmak zorundadır. Kadın sadakatli olmalıdır ve kadının sadece sadakatli olması yetmez. Kocası, akrabaları ve yakınları tarafından da bunun bilinmesi gerekir. Kadınların dünyaya asıl geliş amaçları doğurmaktır. Erkekler kadınlar olmadan yaşayabilir fakat kadınlar erkekle olmadan yaşayamazlar.” [2 /  s. 190]  Yazarın burada tüm sosyal sorumlulukları kadının sırtına bırakmış ve yapmalısın dediğini canlandırıyorum gözümün önünde. Kadınların erkekler olmadan da yaşayabildiğinin günümüzde görebiliyoruz. Bana kalırsa herkes, herkes olmadan yaşayabilir. Ya iyi yaşar ya da kötü. Ama yaşayabilir.
     “Bir kadının temel niteliği tatlılıktır, kocası ona haksızlık bile yapsa kadın yakınmadan hoşgörüyle karşılamalıdır. “ Yazarın bu cümlesinde, erkek egemen sistemini savunduğunu ve geleneksel görüşlere saplandığını açık ve net bir şekilde görüyoruz. Ne yazık ki Rousseau’nun akılcı, özgürlükçü ve eşitlikçi ilkeleri sadece erkekler içindir.
     Zaten yazarın 1765 yılında yazdığı “İtiraflar“ adlı eserinde bir zamanlar aşık olduğu ve kendisini beş çocuk babası yapan eşinden “ çirkin, cahil, budala, hor görülecek kadın“  diye bahseder. Bu evliliğin yükünden kurtulmak için de beş çocuğunu yetimhaneye vermiştir. Bu süreçte Emile eserini yazmıştır [ 6 ].  Yani yazarın kadınlara karşı olan eksik ve / ve ya olumsuz yargıları devam etmiştir.
     Şimdi de biraz Emile’in evleneceği kız yani Sophie bize nasıl tasvir edilmiş ona bakalım: “Sophie kendine yakışacak biçimde zevkli giyinmeyi bilir. Ancak çok süslü giysiden nefret eder. Giyim şeklinde sürekli incelikle karışan bir sadelik görünür. Parlak şeyleri hiç sevmez, ancak her zaman en uygununu seçebilir. Hangi renklerin moda olduğunu bilmez, ancak kendine yakışanı çok iyi tanır. O kadar araştırıp da, giysisini kendine bu kadar yakıştıran hiçbir genç kız bulunamaz. “[2 /  s. 194]   Yazar burada Sophie’nin kendisine yakışanı giymesi giymesinden, uysal ve kibar bir kız olmasının gerekliliğinden bahsetmiştir. Oysaki bu sayılan özelliklerin erkeklerde de   bulunması gerektiği düşüncesine sahibim.
     Son olarak Emile ile Sophie’nin evlendikten sonra mutlu olabilmelerini aşklarını daim tutmaları gerekliliğine bağlıyor. Evlendikten sonra artık eşlerin birbirine yardımcı yani rehber olmasını gerektiğini söylüyor.






SONUÇ

     Sonuç olarak amacımız zengin değil ama mutlu , kinci değil sevecen, ezberci değil yorumcu, inandıkları ve bildikleri uğruna yaşayan, hayatını iyi bir insan olmak ve yetiştirmek için harcayan, mesleğini karnını doyurmaktan çok sevdiği için yapan yani zorunluluktan çok severek yapan, özgür yaşayan birey olduğunu farkında olan insanlar yetiştirmeliyiz. Kitaptan çıkarabildiğim olumlu sonuç bu. Rousseau’nun çocukların eğitimi konusundaki görüşleri eşitlikçi, akılcı ve özgürlükçüdür. Fakat kadınların eğitimi konusundaki görüşleri ne eşitlikçi, ne akılcı ne de özgürlükçüdür. Rousseau’nun kadınlar için eğitim anlayışı gelenekseldir ve erkek egemen sistemi savunmaktadır. Rousseau’nun eğitim anlayışı yalnızca erkekleri içindir. Fakat yazarımız Rousseau  Platon’un dediği gibi idealar dünyasında yaşamaktadır. Her öğretmen adayı böyle bir eğitim sistemini şu an uygulasak sonucu ne olur diye düşünmeye ittiğinden eminim. Rousseau bu eserle bize, belirlediği bazı temel ilkeler üzerine düşünmemizi sağlamıştır.


“Yaşamın en tehlikeli anı başlangıcıdır. Özgür yaşamak ve insani şeylere az bağlanmak, ölmeyi öğrenmenin en iyi yoludur. “
Jean-Jacques Rousseau








KAYNAKÇA

 [ 2 ] Rousseau, J.J. (2011) ”  Emile ya da Çocuk Eğitimi Üzerine ” Kilit Yayınları. Ankara.
[ 3 ] Platon Sanatı Neden İdeal Devlet Açısından Yorumlamıştır ? Ecevit Karaca Yüksek Lisans öğrencisi /Akdeniz Üniversitesi, Felsefe Bölümü (2013)
[ 4 ] Şükrü Erbaş (1994)” Bütün Mevsimler Güz / Dicle Üstü Ay Bulanık”  Everest Yayınları. İstanbul.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder