1)
Aiskhylos, Sophokles ve Euripides’in
tragedya yazarlığını Elektra mitosu üzerinden Karşılaştırınız.
Elektra mitosu, Aiskhylos’un Adak Sunucular oyunu ile Sofokles’in Elektra
oyunlarında da işlenmiştir. Elektra, Adak Sunucular’da daha tanıma sahnesinin
ve kommos’un hemen ardından oyun dışı kalması, asla bir merkez figür olmadığını
gösteriyor. Sofokles’te ise başkahramandır. Ancak Aiskhylos ile Sofokles,
Klytaimnestra’nın öldürülmesini böyle olağanüstü bir olayın boyutu nedeniyle de
destekleyen büyük bir yücelikle çevrelemişlerdir. Yani intikam eylemi
yüceleştirilmiştir. Büyük laflara hep ters tepki veren Euripides ise gerek
eylemi gerekse eylem koşullarını acımasızca gündelik ölçülere indirgedi: olay
yeri, diğer oyunlardaki gibi Miken kral sarayı değil, Argos’un kırlık bir
yerinde herhangi salaş bir köylü evidir; Elektra burada, annesinin kara
vicdanını kişileştirerek karalar giymiş ama soylu, sarayın koridorlarında gidip
gelen, yaşamının anlamını buradan çıkarmış yaslı bir prenses değil, ailesi bir
zamanla Miken’de saygın olan yoksul bir köylünün paspali yırtık, pırtık köylü
giysisi içindeki sıkıntılı karısıdır. Sofokles, anne katilliğini Aiskhylos’tan
çok daha kesinlikle- Apollon’un emri olarak haklı gösteriyor. Oysa Euripides’te
anneye verilen ceza haklı ancak bunu yapanların kendi çocukları Elektra ve
Orestes olmaları haklı görülmez. Tanrılar anneyi öldürme emri verseler de bu,
insanı kurtarmaz. “Bu emri veren tanrılar acaba ne kadar akıllı?” diye
sordurarak bireyin tanrılara körü körüne boyun eğmesini eleştiriyor. Bireyin
kendi karar ve davranışlarını bağımsız olarak vermesi gerektiğini savunuyor.
Euripides yaşadığı topluma getirdiği eleştiriler ve sahip olduğu
protestocu tutumla diğer tragedya yazarlarından (Aiskhylos, Sofokles vs.)
ayrılır. Elektra, yazarın bu farklı dünya görüşünün örneklerinden biridir.
Euripides’ten evvel Elektra malzemesi, Aiskhylos’un Adak Sunucular oyunu ile
Sofokles’in Elektra oyununda işlenmiştir. Adak Sunucular’da Elektra, Orestes
ile karşılaşmasından (anagnorisis) hemen sonra kaybolur. Sofokles’in
Elektrası’nda ise başkahramandır. Euripides, tanrı inancı ile anne katilliğinin
veya kandaşı öldürmenin gerçekten ne demek olduğunu sorguluyor ve okuyanları
bunu düşünmeye sevk ediyor. Sofokles’te Elektra’nın intikamı yüceleştirilip, “hero”
statüsü korunurken, Euripides hem mekân seçimiyle hem de karakterlerin
psikolojik yapısını incelemesiyle esere adeta bir dram özelliği kazandırıyor.
Bu anlamda Euripides ilk modern ve karakterlerini psikolojiyi gözeterek yaratan
ilk oyun yazarı kabul edilir. Euripides, tragedya yazarlığında, mitosları
keyfince yorumlamış ve değiştirmiş, tragedyaları çözüm sunmaksızın, ahlaki
sorunları, “salt çelişkiler” olarak gündeme getirmiştir. Çelişkileri gösterip,
reçete sunmama tercihi, Euripides’i hem kendi döneminin yazarlarından ayırarak
ilk modern yazar haline getirmiş, hem de dünyayı bütün acılığıyla saptayıp
gösteren ve bu saptamaya acı acı gülünmesini sağlayarak tiyatro tarihinde
sarsılmaz yerine oturmuştur. İzleyici artık tümünü bildiği bir oyunla değil, bir
sonraki sahnede ne olacağını kestiremediği bir oyunla karşı karşıyadır seyirci.
Karakterde psikolojiyi getiren ilk oyun yazarıdır. Karakterleri gökyüzünden
yeryüzüne indirmiş. Karakterleri daha gerçekçidir. Euripides’in tanrıları
insanın kendi sahip olduğu güçlerdir.
Aiskhylos ve Sofokles’in site toplumuna
ne kadar bağlı ise, Euripides bir o
kadar uzaktır.
Mitosların evrenini kendine konu edinen ve bu büyüsel evren içinde edebi
olanı ortaya çıkaran tragedya sanatıyla Aiskhylos’ta Yunan halkının ‘tanrılara
olan inancı ve güveni tazelen-miş’; Sophokles’te ‘acıma ve korku’ duyguları
açığa çıkmış; Euripides’te ise ‘kutsal olandan dünyevi olana kayarak
kar-şıtlıklar ve çelişkiler’in ortaya çıkmasıyla tragedyanın ‘yüce-lik’ine
darbe indirilmiştir.
Aiskhylos’un kahramanlarının tragedyası, yıkıcı bir yanlışın içinden
geçerek okurun kar-şısına çıkar. Yazarın trajik olarak nitelendirdiği hata,
oyun kahramanlarında ‘günah’ ve ‘ceza’ kavramıyla ele alınır. Te-mel problem
bir ahlâki sorunu tartışıp çözüme bağlamak-tır. Aiskhylos’un kahramanları için
seçtiği son, oyundaki ‘günahkâr’lar için asla “mutlu” bir son değildir.
Aiskhylos’a göre ‘özgür seçim’, insanın baş yetkisidir. Böylece insan ‘özgür
seçim’ karşısında sorumluluk da yük-lenmiş olur. Yunan korosuna ise oyunun
sonunda şun-ları söyletir: ‘Gün aydınlandı, şafak yakındır.’. Yani, Orestes’in
eylemiyle birlikte dünyaya yeni bir aydınlık, açıklık ve bakış gelmiştir” (May,
1992: 123). Burada şu da açıktır ki, üstü ör-tük bir biçimde tanımlanan devlet;
adaleti sağlayan, sonsu-za dek akıp gidecek bir ‘şiddeti sona erdiren nihai
şiddet’ olarak gösterilir. Tam anlamıyla Sunu Taşıyanlar oyununda özetlenen bir
niteliktir bu: Yani devlet, . Dolayısıyla Aiskhylos, bütün Atinalıların bildiği
mitsel ve kültürel geleneğe uyar. Doğru düşünmek, dönemin ideolojisine göre
düşünmek ve hareket etmektir. Doğru hareket varolan sisteme uymak, sistemi
varolan dü-şünceyle desteklemek ve dışına çıkmamaktır. ‘haksız davranma hakkına
sahip’ bir Deux ex Machina olarak karşımıza çıkar (Arıcı, 2011: 8).
Sophokles’in oyunlarında ise mitos kahramanları, için-de bulundukları
durum ve gerçekleştirdikleri eylemle ön plana çıkmışlar ve bu yolla trajik
niteliklerini kazanmışlar-dır. Sophokles’in yarattığı karakterler aşırı
tutkuludurlar. Bu aşırı tutkulu oyun kişileri (kahramanlar) toplusal dengeyi
tutkularıyla bozmakta ve kendi cezalarını yine kendilerinin vermesiyle de karşı
koyulan düzeni kendi sonlarıyla tekrar kurmaktadırlar. Sophokles’in Antigone
oyununda “Antigo-ne” bütün bu yasaların savunucusu konumundadır. Sophokles’in
bakışı Aiskhylos’a göre daha rasyonel ve tamamen olmasa da mitoslardan daha
uzakmış gibi görünse de, göksel evrenin yasalarından da kopmuş değildir. Çünkü
Sophokles, aklı; tanrıların insanlara verdiği bir lütuf olarak görür. Akıl,
mitos yerine tanrılar tarafından insana sunulan-dır. Bu nedenle insan bu lütfu
kendisine ait olmayan bu akıl yetisini dikkatli kullanmak zorundadır. Aksi
takdirde tanrılar bunu geri alabilirler. Lütuf olarak bakılan bu akıl daha
sonra Rönesans’ta aklın keşfedilmesiyle birlikte saf mit’in yerini alacak ve
mitlerin alaşağı edildiğinin altı çizilerek ‘akıl’ mit-leşecektir. İnsan aklı
ile yasaları ve tanrıları saymalı, onlara itaat etmeli ve verilen aklın
sınırlarını kullanırken ölçülü olma-lıdır. Mitosun yerini alan akıl, ahlâki ve
toplumsal kuralları uygulamak ve devletin düzenine uymak zorundadır. Akılla
birlikte gelen, gurur, kibir ve isyan duyguları, insanı esir al-mamalı insan
aklını kontrol etme yetisine sahip olmalıdır. Her toplumda iki tarafında
ol-duğunu düşünecek olursak; yeni fikirler ve ahlaki iç görü-ler getiren
etkilerle, geçmişin değerlerini korumaya çalışan kurumlar karşı karşıya
gelecektir. Yazar da bunları karşı karşıya getirerek ya yeni bir fikir sürer ya
da var olan eski biçimi bir şekilde devamı için över. Çatışmanın vazgeçilmez
öğesi de budur. Ancak Sophokles bu çatışmanın sonucunda birey tragedyalarına
önem verir ve kahramanları üzerinden mesa-jını aktarır. . İki karşıt güç olan
tanrısal ya da toplumsal alın-yazısı yer değiştirir ve ezilen bireyin
alınyazısı devreye girer. Her şey her an değişebilir ve tersine dönebilir, ne
iyi ne de kötü bir durumun sürekliliği vardır, değişim kaçınılmazdır ve bunu
belirleyecek olan tanrısaldan çok toplumsal faktör-lerdir. Antigone ya da
Oedipus’un öyküleriyle Sophokles, insanların her şartta ahlakça yetkin ve
erdemli olabilmeleri için anlatır mitosları. Onun kahramanları kendilerinin
çizdiği yolda büyük bir yalnızlığa ve yok oluşa itilirler. . Antik Yunan
top-lumunda devlet yönetiminde geleneklerle çatışmayan bir düzenin
oturtulmasını sağlamak o toplumu oluşturan her-kesin sorumluluğundadır. Bu
sorumluluk Sophokles’in Oi-dupus ve Antigone oyunlarındaki kahramanlar aracılığıyla
vurgulanmıştır.
Euripides’e
göre tanrıların sesi insanların sesini baskı altına almamalıdır. Bu nedenle
Euripides’in oyunları mitsel temelinden oldukça uzaklaşmıştır. Örneğin Orestes
söylen-cesini, Aiskhylos’ta olduğu gibi mutlu bir sonla değil insan-lığın büyük
bir çıkmaza sürüklendiği trajik bir sonla bitirmiş-tir. Euripides insanların
tanrıların elinde nasıl bir oyuncağa dönüştürüldüğünü seslerinin, isyanlarının
nasıl bastırıldığını göstermek için Orestes oyununda tüm karakterlerini birer
kurbana çevirmiştir. Tanrıların dili yerine insanların diliy-le onlara seslenen
Euripides tragedyanın mistik, mitolojik olan bütün yanlarını dağıtmış, bireyin
dünyasının keşfi ve toplumsal olaylara karşı akılcı bir bakış açısıyla,
felsefenin konuşma kalıplarını sahneye taşıyarak gerçekçi olarak
nite-leyebileceğimiz bir sanat anlayışı doğurmuştur. Mitolojik karakterleri ve
öyküyü ele alsa da onları ters yüz eder. Örneğin, Orestes tragedyasını
demokrasinin yoz-laşması olarak ele alır. Söylencenin mitolojik temelinden uzaklaşarak,
tanrıların aracılığına ihtiyaç duymaz ve oyunu mutlu sonla bitirmez. .
Politikaların halkın tutku ve duyguları yönünde gelişen bir devlette hiç-bir
değerin geçerliliğinin kalmadığının altını çizer. Bu neden-le Orestes bir
kahramandan ziyade Atina’nın genç politika-cılarını simgeleyen biri olarak
gösterilir. Toplumun kendi içinde barındırdığı çelişkileri oyunla-rında çok iyi
bir şekilde resmeder ancak önerebileceği bir çözüm yoktur. Mistik olan evrenin
dağıldığını, yeryüzüne indirdiği tanrıların -kötü yürekli tanrıların- gerçekte
insanla-rın yansımaları olduğunun altını çizer. Mito-lojik olaylar tragedyanın
merkezinde yer alsa da bu olayları oluşturan tanrısal bakışı ve zihniyeti
oyunlarından kovmuş, bunun en belirgin örneklerini ise kadınları olayların
kahra-manı olarak göstermesiyle vermiştir. Kadınlar onun traged-yalarıyla
beraber, gerçekçi ve güncel yüzleriyle oyunlarda yer almıştır. Aiskhylos’un ve
Sophokles’in yarattığı karakter-ler, yüce değerler taşıyan, güçlü, soylu,
erdemli ve ahlâklı kişilerdi. Oysa Euripides yüce kahramanlar yerine sıradan
insana da oyunlarında yer vermiştir. “Savaş kahramanları ye-rine, aşağılık
serseriler; vatanseverce davranış yerine “seks ve cinayet”; sapına kadar erkek
olanlar yerine yalaka dolan-dırıcılar! Tragedya idealler ülkesinden lağıma
dönmüştür (Latacz, 2006: 255).
Aiskhylos ve Sophokles
tragedyalarında didaktik bir önerme sunarken Euripides soru sordurmayı,
eleştirel bakmayı yeğlemiş ve seyircisine de bunu göster-miştir. “Oyunları bir
bütün olarak ele alındığında Euripides’in ahlaki, siyasi, düşünsel ya da dinsel
olarak neyi savunduğunu kesinlemek zordur. Euripides’in soyut düşüncelerden
zevk alan bir entelektüel mi, insan psikolojisine meraklı bir ger-çekçi mi,
yoksa örneğin Olimpos dinine karşı duran bir akılcı mı olduğuna karar vermek
olanaksız görünür” (Güçbilmez, 2005: 46).
3)
Tragedya ve trajik olan arasında ne fark vardır? Günümüzde
tragedya yazılı rmı?
Tragedya ,tanrı Dionysos adına söylenen ezgilerden oluşmuştur. Trajik
olan da bir değerin(yasalar) yok olması ve bu değeri yok edenin bir başka değer
(kardeşini gömmek) olmasındandır. Tragedya, çeşitli evrelerden geçerek günümüze
kadar gelmiş olan bir türdür. Zaten dünyada insanoğlunun trajikliği, doğasal,
toplumsal evrende uzlaşmaz, karşıtlık çatışma ve yıkımlar yer aldıkça (örneğin
savaşlar, bireyin sömürülmesi, yabancılaşma vb.) trajik görüş ve trajik durum
da yepyeni anlatım tarzlarında kendine bulacak, kısacası, drama olarak tragedya
anlayışı sürecektir (Çalışlar, 2009: 413-414). Çağdaş bir örnek vermek
gerekirse, “tragedya insanın doğru ve anlamlı yaşama mücadelesidir” fikrinden
yola çıkarak oyunlarına psikolojik, toplumsal ve yönetimsel bir yön kazandıran
Amerikalı dram yazarı Arthur Miller, Satıcının Ölümü adlı oyununda, örgütlerin
kendi çalışanlarını tüketip sömürmesini, ihtiyaç duyduğu şeyi alıp kullandıktan
sonra geri kalanı bir tarafa atması konusunu işlemektedir. Elbette istisnalar
vardır ama örgütün her kademesindeki birçok işçi ve yönetici, sağlığının ve
kişisel hayatının, modern örgütlerce yaratılmış sunaklarda kurban edildiği bir
durumla karşı karşıya kalmaktadır. Oyundaki kahramanın hikâyesi, sonucu
bakımından aşırı bir örnek olmakla birlikte, özü bakımından aşırı değildir.
Günümüz dünyasında bireyler ve hatta bir bütün olarak topluluklar, hizmet
ettikleri örgütler artık kendilerine ihtiyaç duymadığı zaman, bir tarafa atılma
durumuna düşmektedirler (Morgan, 1998: 344, Aktaran Keskin, 2012: 259).
4)
Tragedyada trajik hata, baht dönüşü ve pathos kavramlarını
oyunlardan örneklerle açıklayınız.(Oyun incelemelerim ile desteklenecektir.)
Trajik
hata(Hamartia): Tragedyanın konusu olan kişi ne erdem ve ahlak bakımından
öteki insanlardan üstündür ne de
kötülüğü ya da acımasızlığı yüzünden mutsuzluğa düşmüştür. Ama bir
yanılgı nedeniyle mutsuzluğa yuvarlanmış kişidir.
Baht
Dönüşü : Kahramanın kaderinin kötüye evrilmesi(peripeteie) ve olayların
mutluluktan mutsuzluğa dönüşmesidir.
Pathos : Acı çekmek ve çileye
katlanmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder