1)Osmanlı İmparatorluğu’nun son
döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan ve ulusal kimlik oluşumunda
önemli bir rol oynayan “Doğu-Batı karşılaştırmasını “Teknik-Kültür/ Dış-İç /
Model-Kopya” kavramları ışığında tartışan kısa bir metin yazınız.
Osmanlı’nın sahip olduğu yapıyı
koruması meselesi farklı milliyet ve din bağlarına sahip toplulukların
nüfuzlarına girme tehlikesi nedeniyle yüzyıllarca gündeminde kalmıştır. Çöküşü
yaklaşan Osmanlı Devleti, tekrar bir siyasal bütünlük yaratmak için din ve
milliyet farklılıklarının neden olacağı güçlükleri dikkate almak zorundaydı.
Yusuf Sarınay’a göre Rönesans ve
Reform hareketleri ise , bilim ve teknolojideki gelişmelerin ardından Avrupa’da
ortaya çıkan merkezi devletlerin yayılımcı politikaları sonucunda Osmanlı
Devleti’nin uğradığı büyük toprak kayıpları, gayrimüslimler üzerinden yürüttükleri
ayrılıkçı propaganda Osmanlı, İslam ve Türk milli kimliğini canlandırmıştır.
Osmanlı’nın son döneminde Türk
milliyetçiliğinin gelişmesini tetikleyen en önemli nedenler arasında 19.
Yüzyılın son çeyreğinde ve 20. Yüzyılın başlarında Doğu sorunu etrafında çıkan
savaşlar, kaybedilen topraklardan, özellikle Balkan, Kırım ve Kafkaslardan
alınan büyük göçler, Arnavutluk isyanı gibi azınlık isyanları ve Balkan
Savaşları gösterilmektedir. Bu noktada Ziya Gökalp’in “farklı ulusal
bağlılıkların ortak vatan sevgisi etrafında bütünleşmeyi olanaksız kılacağı,
dolayısıyla bir devletin varlığının devamının ancak bir ulusa dayanmakla mümkün
olacağı” düşüncesi doğar. Gökalp, bütün çok uluslu imparatorluklar gibi Osmanlı
Devleti’nin çöküşünü de engellenemez görmüştür. Gökalp, Osmanlı’nın iki
nedenden dolayı yıkılmaya mahkum olduğunu söyler. Bunlardan biri, Osmanlı’nın
bütün imparatorluklar gibi, geçici bir topluluktan ibaret olmasıdır. Ona göre “Ebedi
hayata sahip olan zümreler, geçici topluluklar değil, cemiyetlerdir.”
Cemiyetlere gelince, bunlar yalnızca milletlerden ibarettir. Gökalp’e göre”
mahkum milletler” milli benliklerini imparatorlukların kozmopolit idaresi
altında ancak bir süre için unutabilirlerdi. Bir gün mutlaka milletlerden
ibaret olan hakiki cemiyetler sürü oluş uykusundan uyanacaklardı. Gökalp’in öne
sürdüğü ikinci neden ise, Batı medeniyetinin yükseldikçe Doğu medeniyetini yok
edecek güce sahip olmasıdır.
1924 Anayasası’nın vatandaşlıkla
ilgili 88. Maddesinin görüşülmesi sırasında Müslüman olmayan azınlıkların
durumu söz konusu edilmiştir.”Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın
vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur.” Biçimindeki 88. Maddenin anlamı,
Müslüman olmayan azınlıkların eşit vatandaşlık haklarına sahip oldukları, fakat
sosyolojik anlamda Türk olarak algılanmadıklarıdır.
TEKNİK-KÜLTÜR
Batılılaşma hareketi ulusal
kimlik kazanma ve uygarlaşma yolunda atılması gereken bir adım olarak ele
alınırken, kuruluş felsefesi, Batı’yı yalnız tekniği ile değil kurumları,
kurumları yaratan felsefi temler ve değerleriyle bir bütün olarak tanımak ve
uygulamada da organik bütünlüğü dikkate almak üzere belirlenmiştir.
Sosyal anlamda Kemalist
modernleşme, özel alanı etkileyen derin toplumsal ve kültürel dönüşümlerin
başlangıç noktası olarak görülebilir. Kurucu Kemalist kadronun halkın günlük
alışkanlıklarını ,davranış kalıplarını ve hatta yaşam tarzını değiştirmeyi
hedefleyen çalışmaları, Batılı dünya görüşünün topluma kazandırılması olarak
algılanmalıdır. Bu hedefe ulaşmada başrolü üstlenen kadrolar, değişmesi
öngörülen yaşam biçiminin ilk taşıyıcısı olmuş ve toplumun geri kalanına örnek
olması istenen yaşam pratiklerinin çok daha çabuk içselleşmesini sağlamıştır.
Görsel sanatların ulusal kimlik
inşasında bir araç olarak kullanılması meselesinde, bir yandan Osmanlı/İslam
mirasından kopuşu hedefleyen modern mimari anlayışının yerleştirmek
istenişinden, diğer yandan da modern mimarlığın modernleşme projesinin biçisel
karşılığına dönüşmesinden söz açmak gerekir.
Sibel Bozdoğan, Kemalizm’in
“modern mimarlık” teriminin içeriğinin derinden kavramak yerine sadece biçimsel
bir terim olarak ele alınmasına vurgu yapar. Buradan hareketle söz konusu
formların Cumhuriyet’in laik modernleştirme projesinin biçimsel karşılığı
olarak kullanıldığı sonucuna varır. Dolayısıyla, modern mimarlık, mimarlara,
genç Cumhuriyet’i Osmanlı/İslam geçmişinden koparma doğrultusunda bir görev
duygusuyla “uygarlık temsilcisi” konumu kazandırır. Genç Türk mimarlarına göre,
ulus-devlet, şüpheye yer vermeyecek biçimde modernliğin taşıyıcısıydı ve
1930’larda Avrupa’da oturmuş modernizmin bilimsel ve biçimsel esasları,
birleştirici ulusal idealin en uygun mimari ifadesiydi. Bozdoğan, modernist
estetiğin propaganda işlevinin en belirgin olduğu bina tiplerinin ulusal
eğitime ve Cumhuriyet ilkelerinin yayılmasına ilişkin binalar olduğunu
saptamaktadır.
Ayla Tekiner de “Yeni Türkiye
Cumhuriyeti’ni her alanda inşa etmek” ilkesi etrafında şekillendiğini söyler. Siyasal-mekansal
dinamiklerin açığa çıkarılmasında önemli araçlardan olan anıtlar da, Türkiye’de
modernleşme hamlesinin ana aktörlerinden biri olur. Yeni rejimin kurucu
öğelerini ve önderini topluma ve gelecek kuşaklara aktarabilecek anıt heykeller yaptırmayı gerekli gören Atatürk, kentsel
mekanlarda kurtarıcının ve Milli Mücadele’nin yüceliğini vurgulayacak olan bu
anıtların Cumhuriyet ideolojisinin simgeleri olacağına inanmıştır.Türkiye’de
bir liderin ve uzantısı olan rejimin anıtlarla temsiline ancak Cumhuriyet
döneminde rastlanır. Sivil ve askeri giysili Atatürk betilerinin ve halkın her
kesiminin betimlendiği devrim kabartmalarının amacı; ulusa seslenmek, devrim
ideolojisini daimi kılmak ve okuma yazma oranı çok düşük olan bir topluma
doğrudan seslenebilmektir. Görsel malzemelerle halkın her kesimine ulaşmanın en
doğru dan yolu olan banknotların üzerine Kemalist rejimi ve önderini gösteren
anıt resimlerinin basılması da aynı amaca hizmet etmektedir.
Yine Osmanlı saray müziğinin ve
tekke müziğinin terk edilmesiyle süreç devam etmiştir. Bu terk ediş iki yönelim
doğurmuştur: Bunlardan biri, çok sesli Batı müziğine, diğeri ise Anadolu
köylerinin halk müziğine yöneliş olarak anılabilir. 1935 yılında, Türkiye’ye
çağrılan Alman besteci Hindemith, Devlet Müzik Konservatuvarı’nı kurmakla
görevlendirilir.1936 yılında bu kez halk müziğinden bir müzik yaratma konusunda
danışman olmak üzere etnografik müzik araştırmalarıyla tanınan Macar besteci
Bela Bartok çağrılır. Bartok, Ankara’da konuyla ilgili verdiği üç konferansın
ardından yanına Ahmet Adnan Saygun, Necil Kazım Akses ve Ulvi Cemal Erkin’i
alarak Yörük obalarından ve köylerinden halk müziği ezgileri derlemek üzere
Adana’ya gider. Buradaki önemli nokta Bartok’un Macar ve Türk halk ezgileri
arasında saptadığı benzerliklerin Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’ni
destekleyici nitelik taşımasıdır.
Anadolu teması ve halk
kültüründen yola çıkarak kimlik oluşturma çabası, resim sanatındaki karşılığını
Gazi Öğretmen Okulu’nda bulmuştur. Türk resminde Anadolu temasının yayılması
merkezi denilebilecek okulun varlığının yanı sıra, CHP tarafından Anadolu’ya
düzenlenen seyahatler, dönemin ressamlarını modern sanatın soyut ve bireyci
anlayışından koparıp, Anadolu’ya odaklanmalarını sağlar. Hatta genç Türk ressamlarından oluşan, ilk avangard grup
olarak anılan ve kübizm ve konstrüktivizm gibi modernist eğilimlerle ilgilenen
D Grubu’nun daha sonradan resmi ideolojinin etkisinde resimler yaptığı
tartışılır.
Arkeoloji ve müzebilim de
gelişmiştir. Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, arkeolojik kazıları ve müzelerin
kurulmasını desteklerken, Anadolu mirasına tamamıyla sahip çıkar. Hitit,
Urartu, Frigya ve Lidya medeniyetlerinin kalıntılarının sergilenme biçimi,Hitit
güneş kurslarının mimari ve heykel sanatlarında ele alınış biçimleri bu konudaki
örneklerden sayılabilir. Hitit güneş kursunun Cumhuriyet Ankarası’nın
simgelerinden biri olarak seçilişi de kuşkusuz bu anlayışın eseridir.
Halkevleri’nin ise özellikle
tiyatroyla Cumhuriyet hükümetinin
ilkelerini halka yayması anlamında ulusal kimlik inşasındaki rolü önemlidir. Bu
noktada Nurhan Karadağ, Halkevleri tiyatro kolları yönetmeliğinden hareketle,
Halkevleri oyun dağarcığına ilişkin iki belirgin görüş tespit eder.Birincisi
köylünün,kasabalının,kentlinin tiyatro gereksinimini karşılamak, ikincisi ise ülke
ve toplum için yararlı öğretilerde bulunmaktır. Karadağ’a göre birinci görüşte
yer alan düşünce her çağdaş toplumun uyguladığı bir sanatsal kuralken ikinci
görüşün temel dayanağı Kemalizm’dir.
Dolayısıyla kuruluş dönemi
anlayışında, tiyatro sanatının inşa sürecinin etkin bir parçası olduğu, tiyatro
sanatına özgü özelliklerin göz ardı edilerek, inşa sürecinin bir aracı
kılındığı söylenebilir.
Cumhuriyet ideolojisinin ve hatta
bizzat Atatürk’ün modernleşme projesi dahilinde sanata, özellikle görsel
sanatlara büyük görevler yüklediği, ulusal kimlik inşa süre3cinde müzik, mimari
ve heykel sanatında yeni rejimin inşasıyla yakın ilişkili bir bağlamda
araçsallaştığı tespit edilmiştir. Bir yandan da Cumhuriyet tarihinin
görselleşmesinde Atatürk imgesi temel öğe olarak kullanılmış, rejimin
yaygınlaştırılmasında görsel propagandaya büyük ağırlık veren kurucu kadro,
yeni rejimin içkin kodlarını büyük oranda Atatürk anıtlarıyla
görselleştirmiştir. Diğer yandan ise, modern kent, ulus devletin mekansal bir
ifadesi olarak görülmüş ve modern kentteki yeni kurumların, kent mekanı ve
mimarisi ile fiziksel somutluk kazanacağı düşünülmüştür. Aynı bağlamda
tiyatroya bakıldığında Atatürk’ün tiyatro sanatı ile bizzat ilgilendiği
görülür. Hatta ulusal tiyatro fikrinin Kemalizm’in temel ilkeleri ile
bağdaştırıldığı bir anlayış söz konusudur.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında
ulus inşa etme biçimindeki hayal ediş oldukça dikkat çekicidir. Mimari, müzik, resim
ve tiyatro elbette ritüeller aracılığıyla verilen mesaj, Türklüğün ezelden beri
var olduğu ve kurulan Cumhuriyet’in, dahası CHP liderliğinin bu ulusal özün
siyasi ifadesi olduğudur. Ülkeyi Osmanlı geçmişinden koparma muradı ibreyi Türk
kimliğinin ambarı olarak görülen Anadolu kültürüne çevirmiştir. Atilla ve Timur’dan
başlayarak pek çok tarihi kahraman,”Türk’ün atası” olarak seçilmiştir ve okul
kitaplarında, tiyatro oyunlarında ve anıtlarda yerlerin almıştır.
Yazılış yılları 1923-1940
arasında değişen “ülkücü oyunlar”, Kemalist ideolojinin halkta yaratmayı
amaçladığı ulusal kimliğin inşasında araçsallaşmış, Avrupa karşısında eziklik
duygusunu yenmek ve özellikle gençliğin ulusal gururunu ve kendine güvenini
güçlendirmek gibi hedeflere ulaşmada bir araç gibi örgütlenmişlerdir.Bu
hedefler yaşama geçirilirken Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası kesin olarak
reddedilmek istendiğinden, yüceltilmek istenen geçmişi Orta Asya’da arama
projesi gerçekleşmiştir.Bu projeyle bir yandan murad edilen ulus bilinç inşa
edilecek, bir yandan da Turancılığın belli öğeleri Kemalist ideoloji içine
eritilecektir. Bu amaç doğrultusunda üretilen metinlerde Osmanlı ile koparılmak
istenen bağların yerine icat edilen ya da tepeden indirilen gelenekten söz
etmek mümkündür. Aynı zamanda anılan oyunların hemen hepsinin Türk ırkının
bütün medeniyetlerin kurucu olduğu düşüncesine dayanan Türk Tarih Tezi’ni
kanıtlamak üzere örgütlendiği rahatça söylenebilir. Kuruluş dönemi mit oyunları
bir yandan da oyunlara kahraman seçtikleri tarihsel kişilikleri Atatürk’le
özdeşleştirme uğraşını edinirler. Kuruluş dönemi oyunlarındaki kahraman Atatürk’ün kendisi
değilse ona işaret edecek biçimde Mete,Atilla ya da Oğuz’dur. Tüm tarihi Türk
kahramanlarının özellikleri bünyesinde toplayan Atatürk, bir biçimde bu dönem
oyunlarının da “kahramanı” olarak çizilmiştir.
İÇ-DIŞ
Ortak payda topyekün kazanılmış
olan Kurtuluş Savaş değil, savaş sırasında Anadolu’ya geçip savaşa katılanların
sadece “dış düşman”larla savaşmalarıdır. İç düşman tasavvuru Osmanlı ve
İslamiyet ile birlikte düşünülür. Tanıl Bora’ya göre Cumhuriyet’in ilk
dönemindeki Türk milli kimliğini oluşturma çabalarında kimlik oluşumunda önemli
işleve sahip olan “öteki” simgesi ne Kürtler, ne azınlıklar, ne d
Yunanlılardır. Türk kimliğinin ötekisi Türklerin tarihsel-toplumsal
gerçekliğinde içsel ve dinsel dünya görüşünü temsil eden Osmanlı olmuştur.
İslam da bu eski medeniyeti yeniden üretme potansiyelini taşıması bağlamında
dışlanmış, imparatorluğun yozlaşmış uygulamaları Araplarla özdeşleştirilerek,
Arap kimliği Osmanlı kimliğinin uzantısı şeklinde güncelleştirilip Türk
kimliğinin dışsal “öteki”sini oluşturmuştur. Aynı iz takip edilerek ulus
inşasında önemli bir görev yüklenen Türk Tarih Tezi’nin amaçlarından birinin de
Türk kimliğinin oluşturucu unsurları olmaktan çıkarılması olduğu söylenebilir.
Milli Mücadele’de iç düşman
olarak tanımlanan Osmanlı Hükümeti, Cumhuriyet’in ilanından sonra da Türk
kimliğinin ötekisi rolünü İslamiyetten başka hiçbir ötekiye kaptırmaz.
MODEL - KOPYA
Alegori kesinlik isteyen ve
arayan bir çağın ya da toplumun edebiyattan beklentilerine cevap vermek üzere
geliştirilmiş bir yöntemdir.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında
yazılmış, bugünü geçmişten beri var olduğu öngörülen ortaklıktan kalkarak
kurmayı amaç edinmiş, hem modernleşme projesini hem de ulusal kimlik inşası
için araçsallaştırılmış metinlerin de anımsama oyunu olarak inşa edildiğini söyleyebiliriz.
Buna neden olarak Türk modernleşmesinin medeniyetçilik ve milliyetçilik
ilkeleri üzerine inşa edilmiş olması gösterilebilir.
Anlatılan kahramanlık
öykülerindeki oyun kişileri ya “Türk soyunun yüceltilme iradesi” ya
“modernleşme yolunda çalışma iradesi” ya da “her tür düşmanla savaşma iradesi”
olarak çizilmiştir. İç düşman-dış düşman oyunlarının kahramanları ise
vatanseverliği temsil eden alegorik kişilerdir.Bireysel deneyim her zaman
kolektif deneyimin alegorisidr. Bireysel kahramanın kaderi daima , üçüncü dünya
kültürü ve toplumunda mücadele veren kurumun alegorik ifadesidir.Jameson
makalesinde, “Üçüncü Dünya metinleri zorunlu olarak ulusal alegorik
metinlerdir.”
Çalıkuşu’nun Feride’sinin
Anadolu’ya kaçışı, Halide Edip romanlarının coşkulu kahramanların yurt için
savaşmayı aşka tercih etmeleri gibi pek çok romanda karşımıza çıkan temalar,
gündelik gerçekliklere gönderme yapmalarının yanı sıra, aslında hep, sembolik
anlatımlar aracılığıyla, bir “ulus inşa” projesini ortaya koymaktadır.
Ulusal alegori tanımı
kahramanların bireysel kaderinin toplumunun alegorik bir ifadesi olarak
yansıması biçiminde yapılabilir. Bir ulus inşa projesinin yansıması biçiminde
örgütlenen, ulus inşa projesi dolayımında araçsallaştırılan, oyun kişisini
düşünce taşıyıcısı olarak çizen dönem oyunları ulusal alegori anahtarı ile
okunabilir.
2)Cumhuriyetin ilk yıllarında tarih yazımına verilen önemi, “Güneş Dil
Teorisiéni ve Eric Hobsbawn’ın “icat edilmiş gelenek” kavramını kısaca
açıklayınız.
Cumhuriyet yönetiminin hem eylem
hem söylem bağlamında açığa çıkardığı Türkçü eğilim “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş
Dil Teorisi” ile en yüksek noktasında ulaşmıştır. Türk kültürünün kökenlerinin
bilimsel bir yaklaşımla ele alınması savıyla toplanan Türk Tarih Kongresi,
kongrenin katılımcılarından İhsan Şerif Bey’in “Bütün dünyaya şamil olan
medeniyetin naşir ve nakilleri de Türkler olacaktır.” Cümlelerinde somutlandığı
gibi Orta Asya’nın yerli halkının Türk olduğu savında düğümlenir. Dolayısıyla
Türk kültürünün geçmiş bütün kültürleri kapsayan, onlara yol açacak bir kültür
olduğu doğrultusunda bir eğim belirir. Türk Tarih Kurumu 1930’lar boyunca,
“Türk ırkının bütün medeniyetlerin kurucusu olduğu” düşüncesine dayanan ve
“bugünün dünde kuruluşu” denebilecek Türk Tarih Tezi’ni geliştirerek ulusal bir
kendine güven duygusu yaratmaya çalışırken, öte yandan 1932’den itibaren ulusal
kimliğin temel taşı olarak dil birliğinin vurgulanması doğrultusunda çalışır.
Böylece “Türk ırkının dünyadaki en eski ırk olduğu” yönündeki Türk Tarih Tezi
paralelinde “hemen hemen bütün dillerin Türkçeden türediğini” ileri süren Güneş
Dil Teorisi geliştirilir.
Hobsbawm’a göre icat edilmiş
gelenek, bir takım kurallar, ritüeller ve semboller yoluyla çevrelenmiş, tekrar
edilen davranış biçimleri yerleştirmeyi amaçlayan pratiklerdir. Dolayısıyla
icat edilmiş gelenek, geçmiş ile bir sürekliliğe işaret eder. Gelenek
meselesine bakıldığında; aslında tüm geleneklerin gerek Batılı gerek Batı
dışındaki toplumların hepsinde icat edildiği, başka bir ifadeyle bilinçli bir
biçimde öne çıkarıldığı görülür.Ancak Batı ile Batı dışındaki toplumlarda icat
edilmiş geleneğin önemli bir farkı, Batı dışındaki toplumların gelenek icat
ederken geçmiş ile sürekliliği yitirmiş olmalarıdır. Ayşe Kadıoğlu, bu durumu
icat edilmesinden çok “geleneğin tepeden indirilmesi” olarak niteler. Özellikle
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ulusal kimlik inşa edilirken geçmiş ile
süreklilik kırılmış, Cumhuriyet’in kurucu seçkinleri sil baştan bir inşa sürecine
girmişlerdir. Kadıoğlu, böylece tepeden inme kimlik inşası ile Türkiye
Cumhuriyeti’nin tarihsizlik zihniyeti ya da bellek yitirme hastalığı arasında
da bir bağ kurar.
KAYNAKÇA
1)
Ulusal Kimliği Tiyatro İle Kurmak, Elif Çongur,
2017
2)
Türk Tiyatrosunda Garbiyatçı Fantezi, 2014
3)
Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Tiyatrosu, Tarih
belirtilmemiş
4)
Zaman Zemin Zuhur, Beliz Güçbilmez, 2006
5)
Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu, Metin And,
1983
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder