7 Aralık 2018 Cuma

Ulusal Kimliği Tiyatro İle Kurmak




1)Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan ve ulusal kimlik oluşumunda önemli bir rol oynayan “Doğu-Batı karşılaştırmasını “Teknik-Kültür/ Dış-İç / Model-Kopya” kavramları ışığında tartışan kısa bir metin yazınız.

Osmanlı’nın sahip olduğu yapıyı koruması meselesi farklı milliyet ve din bağlarına sahip toplulukların nüfuzlarına girme tehlikesi nedeniyle yüzyıllarca gündeminde kalmıştır. Çöküşü yaklaşan Osmanlı Devleti, tekrar bir siyasal bütünlük yaratmak için din ve milliyet farklılıklarının neden olacağı güçlükleri dikkate almak zorundaydı.
Yusuf Sarınay’a göre Rönesans ve Reform hareketleri ise , bilim ve teknolojideki gelişmelerin ardından Avrupa’da ortaya çıkan merkezi devletlerin yayılımcı politikaları sonucunda Osmanlı Devleti’nin uğradığı büyük toprak kayıpları, gayrimüslimler üzerinden yürüttükleri ayrılıkçı propaganda Osmanlı, İslam ve Türk milli kimliğini canlandırmıştır.
Osmanlı’nın son döneminde Türk milliyetçiliğinin gelişmesini tetikleyen en önemli nedenler arasında 19. Yüzyılın son çeyreğinde ve 20. Yüzyılın başlarında Doğu sorunu etrafında çıkan savaşlar, kaybedilen topraklardan, özellikle Balkan, Kırım ve Kafkaslardan alınan büyük göçler, Arnavutluk isyanı gibi azınlık isyanları ve Balkan Savaşları gösterilmektedir. Bu noktada Ziya Gökalp’in “farklı ulusal bağlılıkların ortak vatan sevgisi etrafında bütünleşmeyi olanaksız kılacağı, dolayısıyla bir devletin varlığının devamının ancak bir ulusa dayanmakla mümkün olacağı” düşüncesi doğar. Gökalp, bütün çok uluslu imparatorluklar gibi Osmanlı Devleti’nin çöküşünü de engellenemez görmüştür. Gökalp, Osmanlı’nın iki nedenden dolayı yıkılmaya mahkum olduğunu söyler. Bunlardan biri, Osmanlı’nın bütün imparatorluklar gibi, geçici bir topluluktan ibaret olmasıdır. Ona göre “Ebedi hayata sahip olan zümreler, geçici topluluklar değil, cemiyetlerdir.” Cemiyetlere gelince, bunlar yalnızca milletlerden ibarettir. Gökalp’e göre” mahkum milletler” milli benliklerini imparatorlukların kozmopolit idaresi altında ancak bir süre için unutabilirlerdi. Bir gün mutlaka milletlerden ibaret olan hakiki cemiyetler sürü oluş uykusundan uyanacaklardı. Gökalp’in öne sürdüğü ikinci neden ise, Batı medeniyetinin yükseldikçe Doğu medeniyetini yok edecek güce sahip olmasıdır.
1924 Anayasası’nın vatandaşlıkla ilgili 88. Maddesinin görüşülmesi sırasında Müslüman olmayan azınlıkların durumu söz konusu edilmiştir.”Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur.” Biçimindeki 88. Maddenin anlamı, Müslüman olmayan azınlıkların eşit vatandaşlık haklarına sahip oldukları, fakat sosyolojik anlamda Türk olarak algılanmadıklarıdır.
TEKNİK-KÜLTÜR
Batılılaşma hareketi ulusal kimlik kazanma ve uygarlaşma yolunda atılması gereken bir adım olarak ele alınırken, kuruluş felsefesi, Batı’yı yalnız tekniği ile değil kurumları, kurumları yaratan felsefi temler ve değerleriyle bir bütün olarak tanımak ve uygulamada da organik bütünlüğü dikkate almak üzere belirlenmiştir.
Sosyal anlamda Kemalist modernleşme, özel alanı etkileyen derin toplumsal ve kültürel dönüşümlerin başlangıç noktası olarak görülebilir. Kurucu Kemalist kadronun halkın günlük alışkanlıklarını ,davranış kalıplarını ve hatta yaşam tarzını değiştirmeyi hedefleyen çalışmaları, Batılı dünya görüşünün topluma kazandırılması olarak algılanmalıdır. Bu hedefe ulaşmada başrolü üstlenen kadrolar, değişmesi öngörülen yaşam biçiminin ilk taşıyıcısı olmuş ve toplumun geri kalanına örnek olması istenen yaşam pratiklerinin çok daha çabuk içselleşmesini sağlamıştır.
Görsel sanatların ulusal kimlik inşasında bir araç olarak kullanılması meselesinde, bir yandan Osmanlı/İslam mirasından kopuşu hedefleyen modern mimari anlayışının yerleştirmek istenişinden, diğer yandan da modern mimarlığın modernleşme projesinin biçisel karşılığına dönüşmesinden söz açmak gerekir.
Sibel Bozdoğan, Kemalizm’in “modern mimarlık” teriminin içeriğinin derinden kavramak yerine sadece biçimsel bir terim olarak ele alınmasına vurgu yapar. Buradan hareketle söz konusu formların Cumhuriyet’in laik modernleştirme projesinin biçimsel karşılığı olarak kullanıldığı sonucuna varır. Dolayısıyla, modern mimarlık, mimarlara, genç Cumhuriyet’i Osmanlı/İslam geçmişinden koparma doğrultusunda bir görev duygusuyla “uygarlık temsilcisi” konumu kazandırır. Genç Türk mimarlarına göre, ulus-devlet, şüpheye yer vermeyecek biçimde modernliğin taşıyıcısıydı ve 1930’larda Avrupa’da oturmuş modernizmin bilimsel ve biçimsel esasları, birleştirici ulusal idealin en uygun mimari ifadesiydi. Bozdoğan, modernist estetiğin propaganda işlevinin en belirgin olduğu bina tiplerinin ulusal eğitime ve Cumhuriyet ilkelerinin yayılmasına ilişkin binalar olduğunu saptamaktadır.
Ayla Tekiner de “Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni her alanda inşa etmek” ilkesi etrafında şekillendiğini söyler. Siyasal-mekansal dinamiklerin açığa çıkarılmasında önemli araçlardan olan anıtlar da, Türkiye’de modernleşme hamlesinin ana aktörlerinden biri olur. Yeni rejimin kurucu öğelerini ve önderini topluma ve gelecek kuşaklara aktarabilecek anıt heykeller  yaptırmayı gerekli gören Atatürk, kentsel mekanlarda kurtarıcının ve Milli Mücadele’nin yüceliğini vurgulayacak olan bu anıtların Cumhuriyet ideolojisinin simgeleri olacağına inanmıştır.Türkiye’de bir liderin ve uzantısı olan rejimin anıtlarla temsiline ancak Cumhuriyet döneminde rastlanır. Sivil ve askeri giysili Atatürk betilerinin ve halkın her kesiminin betimlendiği devrim kabartmalarının amacı; ulusa seslenmek, devrim ideolojisini daimi kılmak ve okuma yazma oranı çok düşük olan bir topluma doğrudan seslenebilmektir. Görsel malzemelerle halkın her kesimine ulaşmanın en doğru dan yolu olan banknotların üzerine Kemalist rejimi ve önderini gösteren anıt resimlerinin basılması da aynı amaca hizmet etmektedir.
Yine Osmanlı saray müziğinin ve tekke müziğinin terk edilmesiyle süreç devam etmiştir. Bu terk ediş iki yönelim doğurmuştur: Bunlardan biri, çok sesli Batı müziğine, diğeri ise Anadolu köylerinin halk müziğine yöneliş olarak anılabilir. 1935 yılında, Türkiye’ye çağrılan Alman besteci Hindemith, Devlet Müzik Konservatuvarı’nı kurmakla görevlendirilir.1936 yılında bu kez halk müziğinden bir müzik yaratma konusunda danışman olmak üzere etnografik müzik araştırmalarıyla tanınan Macar besteci Bela Bartok çağrılır. Bartok, Ankara’da konuyla ilgili verdiği üç konferansın ardından yanına Ahmet Adnan Saygun, Necil Kazım Akses ve Ulvi Cemal Erkin’i alarak Yörük obalarından ve köylerinden halk müziği ezgileri derlemek üzere Adana’ya gider. Buradaki önemli nokta Bartok’un Macar ve Türk halk ezgileri arasında saptadığı benzerliklerin Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’ni destekleyici nitelik taşımasıdır.
Anadolu teması ve halk kültüründen yola çıkarak kimlik oluşturma çabası, resim sanatındaki karşılığını Gazi Öğretmen Okulu’nda bulmuştur. Türk resminde Anadolu temasının yayılması merkezi denilebilecek okulun varlığının yanı sıra, CHP tarafından Anadolu’ya düzenlenen seyahatler, dönemin ressamlarını modern sanatın soyut ve bireyci anlayışından koparıp, Anadolu’ya odaklanmalarını sağlar. Hatta genç  Türk ressamlarından oluşan, ilk avangard grup olarak anılan ve kübizm ve konstrüktivizm gibi modernist eğilimlerle ilgilenen D Grubu’nun daha sonradan resmi ideolojinin etkisinde resimler yaptığı tartışılır.
Arkeoloji ve müzebilim de gelişmiştir. Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, arkeolojik kazıları ve müzelerin kurulmasını desteklerken, Anadolu mirasına tamamıyla sahip çıkar. Hitit, Urartu, Frigya ve Lidya medeniyetlerinin kalıntılarının sergilenme biçimi,Hitit güneş kurslarının mimari ve heykel sanatlarında ele alınış biçimleri bu konudaki örneklerden sayılabilir. Hitit güneş kursunun Cumhuriyet Ankarası’nın simgelerinden biri olarak seçilişi de kuşkusuz bu anlayışın eseridir.
Halkevleri’nin ise özellikle tiyatroyla  Cumhuriyet hükümetinin ilkelerini halka yayması anlamında ulusal kimlik inşasındaki rolü önemlidir. Bu noktada Nurhan Karadağ, Halkevleri tiyatro kolları yönetmeliğinden hareketle, Halkevleri oyun dağarcığına ilişkin iki belirgin görüş tespit eder.Birincisi köylünün,kasabalının,kentlinin tiyatro gereksinimini karşılamak, ikincisi ise ülke ve toplum için yararlı öğretilerde bulunmaktır. Karadağ’a göre birinci görüşte yer alan düşünce her çağdaş toplumun uyguladığı bir sanatsal kuralken ikinci görüşün temel dayanağı Kemalizm’dir.
Dolayısıyla kuruluş dönemi anlayışında, tiyatro sanatının inşa sürecinin etkin bir parçası olduğu, tiyatro sanatına özgü özelliklerin göz ardı edilerek, inşa sürecinin bir aracı kılındığı söylenebilir.
Cumhuriyet ideolojisinin ve hatta bizzat Atatürk’ün modernleşme projesi dahilinde sanata, özellikle görsel sanatlara büyük görevler yüklediği, ulusal kimlik inşa süre3cinde müzik, mimari ve heykel sanatında yeni rejimin inşasıyla yakın ilişkili bir bağlamda araçsallaştığı tespit edilmiştir. Bir yandan da Cumhuriyet tarihinin görselleşmesinde Atatürk imgesi temel öğe olarak kullanılmış, rejimin yaygınlaştırılmasında görsel propagandaya büyük ağırlık veren kurucu kadro, yeni rejimin içkin kodlarını büyük oranda Atatürk anıtlarıyla görselleştirmiştir. Diğer yandan ise, modern kent, ulus devletin mekansal bir ifadesi olarak görülmüş ve modern kentteki yeni kurumların, kent mekanı ve mimarisi ile fiziksel somutluk kazanacağı düşünülmüştür. Aynı bağlamda tiyatroya bakıldığında Atatürk’ün tiyatro sanatı ile bizzat ilgilendiği görülür. Hatta ulusal tiyatro fikrinin Kemalizm’in temel ilkeleri ile bağdaştırıldığı bir anlayış söz konusudur.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ulus inşa etme biçimindeki hayal ediş oldukça dikkat çekicidir. Mimari, müzik, resim ve tiyatro elbette ritüeller aracılığıyla verilen mesaj, Türklüğün ezelden beri var olduğu ve kurulan Cumhuriyet’in, dahası CHP liderliğinin bu ulusal özün siyasi ifadesi olduğudur. Ülkeyi Osmanlı geçmişinden koparma muradı ibreyi Türk kimliğinin ambarı olarak görülen Anadolu kültürüne çevirmiştir. Atilla ve Timur’dan başlayarak pek çok tarihi kahraman,”Türk’ün atası” olarak seçilmiştir ve okul kitaplarında, tiyatro oyunlarında ve anıtlarda yerlerin almıştır.
Yazılış yılları 1923-1940 arasında değişen “ülkücü oyunlar”, Kemalist ideolojinin halkta yaratmayı amaçladığı ulusal kimliğin inşasında araçsallaşmış, Avrupa karşısında eziklik duygusunu yenmek ve özellikle gençliğin ulusal gururunu ve kendine güvenini güçlendirmek gibi hedeflere ulaşmada bir araç gibi örgütlenmişlerdir.Bu hedefler yaşama geçirilirken Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası kesin olarak reddedilmek istendiğinden, yüceltilmek istenen geçmişi Orta Asya’da arama projesi gerçekleşmiştir.Bu projeyle bir yandan murad edilen ulus bilinç inşa edilecek, bir yandan da Turancılığın belli öğeleri Kemalist ideoloji içine eritilecektir. Bu amaç doğrultusunda üretilen metinlerde Osmanlı ile koparılmak istenen bağların yerine icat edilen ya da tepeden indirilen gelenekten söz etmek mümkündür. Aynı zamanda anılan oyunların hemen hepsinin Türk ırkının bütün medeniyetlerin kurucu olduğu düşüncesine dayanan Türk Tarih Tezi’ni kanıtlamak üzere örgütlendiği rahatça söylenebilir. Kuruluş dönemi mit oyunları bir yandan da oyunlara kahraman seçtikleri tarihsel kişilikleri Atatürk’le özdeşleştirme uğraşını edinirler. Kuruluş dönemi  oyunlarındaki kahraman Atatürk’ün kendisi değilse ona işaret edecek biçimde Mete,Atilla ya da Oğuz’dur. Tüm tarihi Türk kahramanlarının özellikleri bünyesinde toplayan Atatürk, bir biçimde bu dönem oyunlarının da “kahramanı” olarak çizilmiştir.
İÇ-DIŞ
Ortak payda topyekün kazanılmış olan Kurtuluş Savaş değil, savaş sırasında Anadolu’ya geçip savaşa katılanların sadece “dış düşman”larla savaşmalarıdır. İç düşman tasavvuru Osmanlı ve İslamiyet ile birlikte düşünülür. Tanıl Bora’ya göre Cumhuriyet’in ilk dönemindeki Türk milli kimliğini oluşturma çabalarında kimlik oluşumunda önemli işleve sahip olan “öteki” simgesi ne Kürtler, ne azınlıklar, ne d Yunanlılardır. Türk kimliğinin ötekisi Türklerin tarihsel-toplumsal gerçekliğinde içsel ve dinsel dünya görüşünü temsil eden Osmanlı olmuştur. İslam da bu eski medeniyeti yeniden üretme potansiyelini taşıması bağlamında dışlanmış, imparatorluğun yozlaşmış uygulamaları Araplarla özdeşleştirilerek, Arap kimliği Osmanlı kimliğinin uzantısı şeklinde güncelleştirilip Türk kimliğinin dışsal “öteki”sini oluşturmuştur. Aynı iz takip edilerek ulus inşasında önemli bir görev yüklenen Türk Tarih Tezi’nin amaçlarından birinin de Türk kimliğinin oluşturucu unsurları olmaktan çıkarılması olduğu söylenebilir.
Milli Mücadele’de iç düşman olarak tanımlanan Osmanlı Hükümeti, Cumhuriyet’in ilanından sonra da Türk kimliğinin ötekisi rolünü İslamiyetten başka hiçbir ötekiye kaptırmaz.
MODEL - KOPYA
Alegori kesinlik isteyen ve arayan bir çağın ya da toplumun edebiyattan beklentilerine cevap vermek üzere geliştirilmiş bir yöntemdir.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yazılmış, bugünü geçmişten beri var olduğu öngörülen ortaklıktan kalkarak kurmayı amaç edinmiş, hem modernleşme projesini hem de ulusal kimlik inşası için araçsallaştırılmış metinlerin de anımsama oyunu olarak inşa edildiğini söyleyebiliriz. Buna neden olarak Türk modernleşmesinin medeniyetçilik ve milliyetçilik ilkeleri üzerine inşa edilmiş olması gösterilebilir.
Anlatılan kahramanlık öykülerindeki oyun kişileri ya “Türk soyunun yüceltilme iradesi” ya “modernleşme yolunda çalışma iradesi” ya da “her tür düşmanla savaşma iradesi” olarak çizilmiştir. İç düşman-dış düşman oyunlarının kahramanları ise vatanseverliği temsil eden alegorik kişilerdir.Bireysel deneyim her zaman kolektif deneyimin alegorisidr. Bireysel kahramanın kaderi daima , üçüncü dünya kültürü ve toplumunda mücadele veren kurumun alegorik ifadesidir.Jameson makalesinde, “Üçüncü Dünya metinleri zorunlu olarak ulusal alegorik metinlerdir.”
Çalıkuşu’nun Feride’sinin Anadolu’ya kaçışı, Halide Edip romanlarının coşkulu kahramanların yurt için savaşmayı aşka tercih etmeleri gibi pek çok romanda karşımıza çıkan temalar, gündelik gerçekliklere gönderme yapmalarının yanı sıra, aslında hep, sembolik anlatımlar aracılığıyla, bir “ulus inşa” projesini ortaya koymaktadır.
Ulusal alegori tanımı kahramanların bireysel kaderinin toplumunun alegorik bir ifadesi olarak yansıması biçiminde yapılabilir. Bir ulus inşa projesinin yansıması biçiminde örgütlenen, ulus inşa projesi dolayımında araçsallaştırılan, oyun kişisini düşünce taşıyıcısı olarak çizen dönem oyunları ulusal alegori anahtarı ile okunabilir.
2)Cumhuriyetin ilk yıllarında tarih yazımına verilen önemi, “Güneş Dil Teorisiéni ve Eric Hobsbawn’ın “icat edilmiş gelenek” kavramını kısaca açıklayınız.
Cumhuriyet yönetiminin hem eylem hem söylem bağlamında açığa çıkardığı Türkçü eğilim “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş Dil Teorisi” ile en yüksek noktasında ulaşmıştır. Türk kültürünün kökenlerinin bilimsel bir yaklaşımla ele alınması savıyla toplanan Türk Tarih Kongresi, kongrenin katılımcılarından İhsan Şerif Bey’in “Bütün dünyaya şamil olan medeniyetin naşir ve nakilleri de Türkler olacaktır.” Cümlelerinde somutlandığı gibi Orta Asya’nın yerli halkının Türk olduğu savında düğümlenir. Dolayısıyla Türk kültürünün geçmiş bütün kültürleri kapsayan, onlara yol açacak bir kültür olduğu doğrultusunda bir eğim belirir. Türk Tarih Kurumu 1930’lar boyunca, “Türk ırkının bütün medeniyetlerin kurucusu olduğu” düşüncesine dayanan ve “bugünün dünde kuruluşu” denebilecek Türk Tarih Tezi’ni geliştirerek ulusal bir kendine güven duygusu yaratmaya çalışırken, öte yandan 1932’den itibaren ulusal kimliğin temel taşı olarak dil birliğinin vurgulanması doğrultusunda çalışır. Böylece “Türk ırkının dünyadaki en eski ırk olduğu” yönündeki Türk Tarih Tezi paralelinde “hemen hemen bütün dillerin Türkçeden türediğini” ileri süren Güneş Dil Teorisi geliştirilir.
Hobsbawm’a göre icat edilmiş gelenek, bir takım kurallar, ritüeller ve semboller yoluyla çevrelenmiş, tekrar edilen davranış biçimleri yerleştirmeyi amaçlayan pratiklerdir. Dolayısıyla icat edilmiş gelenek, geçmiş ile bir sürekliliğe işaret eder. Gelenek meselesine bakıldığında; aslında tüm geleneklerin gerek Batılı gerek Batı dışındaki toplumların hepsinde icat edildiği, başka bir ifadeyle bilinçli bir biçimde öne çıkarıldığı görülür.Ancak Batı ile Batı dışındaki toplumlarda icat edilmiş geleneğin önemli bir farkı, Batı dışındaki toplumların gelenek icat ederken geçmiş ile sürekliliği yitirmiş olmalarıdır. Ayşe Kadıoğlu, bu durumu icat edilmesinden çok “geleneğin tepeden indirilmesi” olarak niteler. Özellikle Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ulusal kimlik inşa edilirken geçmiş ile süreklilik kırılmış, Cumhuriyet’in kurucu seçkinleri sil baştan bir inşa sürecine girmişlerdir. Kadıoğlu, böylece tepeden inme kimlik inşası ile Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsizlik zihniyeti ya da bellek yitirme hastalığı arasında da bir bağ kurar.
KAYNAKÇA
1)      Ulusal Kimliği Tiyatro İle Kurmak, Elif Çongur, 2017
2)      Türk Tiyatrosunda Garbiyatçı Fantezi, 2014
3)      Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Tiyatrosu, Tarih belirtilmemiş
4)      Zaman Zemin Zuhur, Beliz Güçbilmez, 2006
5)      Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu, Metin And, 1983


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder