SANATLAR
ARASINDA TİYATRONUN KONUMU
Bütün
sanatlar başlangıçta zorunlu bir
gereksinimden doğmuştur. Sanat, insanın yaşam kavgasında kendi gücünü ve
karşısındaki güçleri tanımasına yardım etmiş,ilkel toplumlarda doğanın gizemli
görünen güçlerini etkilemeye yaramıştır. Sanat kolektif bir coşku yaratarak
insanı çalışmaya yöneltmiş, onu eğitmişi işine tat katmıştır. Gelişimi boyunca
sanatın öğrenmeye, düzeltmeye, geliştirmeye,değiştirmeye katkıda bulunduğu,
kendine özgü güzellik boyutuyla işlevini daha başarılı olarak gerçekleştirdiği
görülür. Gerçeğin tanınmasıyla edinilen bilgi birikimi, güzelden alınan tadın
heyecansal etkisiyle el ele vermiş, insanı güçlendirmiştir.Usta beğeninin
bileşiminde insana özgü gizemli bir formül vardır. Sanatın niteliğini, yaratma
eylemini, sanattan hoşlanma duygusunu açıklamak kolay değildir.Bu konuda
birbirinden farklı pek çok sav ileri sürülmüştür.Örneğin Gomrich “Sanatın Öyküsü” adlı
yapıtında Picasso’nun ideal çizmeyi başaramadığından ötürü kübist saçmalıklara
soyunduğunu düşünen sözde sanatbilenler ile her gördüğü saçmalığı “Sanat” diye
damgalayan sanatbilmişlerin; diğer yandan sanatı hala ideolojik formlardan
ayıramayan antika eleştirmenler ile “bana hoş gelen her şey benim için
sanattır” söylemlerinde dolaşan popüler kültürden sıyrılamamış kitlenin sardığı
bir çağda, kapitalist bir ilişki içerisinde var olmaya çalışan sanatı, tüm
eksenlerden koparıp sanatçının kendisine yönelmemize çabalar. Amacı bizi büyük
bir sanat bilgini yapmak değil, sanattan daha çok zevk almamızı sağlamaktır.
Doğduğu
günden itibaren tiyatroya verilen değer her zaman yerini korumuştur. Bunun
nedenini de oyunlarda insanın kendini
bulması, görmesi ya da hissetmesidir. Bir insanı en çok ilgilendiren konu,
kendisi olduğu için tiyatroya olan ilgi de diğerlerinden farklı seviyede
olmaktadır. Tiyatro oyunu, görmezden gelmeye çalıştığımız kafa karıştırıcı
sorunlarımız üzerine gittiği zaman daha çok ilgimizi çeker. Bizi seçim yapmak,
karar vermek zorunda bırakan gerçekleri oyunun güvenceli ortamında tanımak,
kişiliğimizi, bilgimizi, aklımızın ve irademizin gücünü korkusuzca sınamamıza
yarar. Her iyi tiyatro oyunu kendimize, kimliğimize dair ipuçları elde
ettiğimiz bir yaşam provasıdır diyebiliriz.
Tiyatroyu bütün sanat dallarından ayıran en
önemli özelliği canlı olması ya da canlı olmak
zorunda olmasıdır. Diğer farkı
da şimdiki zamanın sanatı olmasıdır.Yazılan ve oynanan her oyunda bir yaşam
sorunu, dolayısıyla bir felsefe irdelenmektedir. Tiyatro yapıtına oyun
dememizin sebebi de insanın temel içgüdülerinden ( yeme, içme - cinsellik
- Annelik - saldırganlık - yok etme, yok olma vb.) biri olmasıdır. Burada Huzinga’nın “Oynayan İnsan” adlı yapıtından bahsetmekte yarar var. Yapıtta
yalnız oyun ve tiyatro oyunu kavramlarına değil yaşamın anlamına da
değinilmiştir. Spor oyunları, akıl oyunları, kumar oyunları gibi oyunları ve bu
oyunların insanın fiziksel, düşünsel gücünün, beceri ölçüsünün denek taşı
olduğunu görürüz. Bu bağlamda, tiyatro için de hayatı tanıma ve anlamlandırma
oyunudur diyebiliriz. Çünkü tiyatronun malzemesi hayat, anlatım aracı insandır.
Ingmar Bergman’ın Yedinci Mühür oyununun şövalyesinin
sözleri tam da buraya yaraşır nitelikte.
“ Şövalye
: …Benim gibi inanmak isteyenlere ama yapamayanlara
ne olacak..? Ya inanmayan, inanamayanlar..? İçimdeki tanrıyı neden
öldüremiyorum..? O’nu kalbimden atmak istememe rağmen neden alçaltıcı ve acı
verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor..? Neden her şeye rağmen bu
gerçeklikten kurtulamıyorum..? “
SÜNDÜZ ADİLAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder